9 Ocak 2013 Çarşamba

6111 SAYILI YASA KAPSAMINDA VERGİ DAVALARINDAN VAZGEÇEN VERGİ YÜKÜMLÜLERİNİN BEYANLARININ FERAGAT NİTELİĞİ TAŞIYIP TAŞIMADIĞI VE YARGILAMA MASRAFLARI KARŞISINDAKİ DURUMU


6111 SAYILI YASA KAPSAMINDA VERGİ DAVALARINDAN VAZGEÇEN VERGİ YÜKÜMLÜLERİNİN BEYANLARININ FERAGAT NİTELİĞİ TAŞIYIP TAŞIMADIĞI VE YARGILAMA MASRAFLARI KARŞISINDAKİ DURUMU

 Hazırlayan :

A. Volkan ÖZGÜVEN
Avukat
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Kamu Hukuku (Vergi Hukuku) Doktora Öğrencisi


Dr. Hakan ALBAYRAK
Medeni Usul ve İcra-İflas Hukuku

 NOT: Bu makale Vergi Sorunları Dergisi, Kasım 2011, Sayı: 278 (s. 129 – 149) yayımlanmıştır. Lütfen atıflarınızı buraya yapınız.

İçindekiler
 

I- Giriş


Bilindiği gibi, 6111 sayılı “Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” 24.02.2011 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe girmiştir[1].
Söz konusu Yasa kapsamında, kamu borçlarının büyük bir kısmında, belirli şartlarla, yeniden yapılandırılmaya gidilmiştir. Bu bağlamda, vergi borçları da, kesinleşmiş ve kesinleşmemiş vergi borçları olmak üzere ikiye ayrılarak Yasaca belirlenen şartlarla yeniden yapılandırılmıştır.
Buna göre, anılan Yasa’nın “Kesinleşmemiş veya Dava Safhasında Bulunan Amme Alacakları” başlıklı 3. Maddesinin 10. fıkrasına göre, madde kapsamına giren vergi borçlarında, dava açılmaması veya açılmış davadan vazgeçilmesi ve kanun yollarına başvurulmaması halinde, davada henüz bir karar verilip verilmediği; karar verilmişse mükellef lehine karar verilip verilmediğine göre vergilerin belli bir yüzdesi ile; faiz, gecikme faizi, gecikme zammı ve asla bağlı olarak kesilen vergi cezaları/idari para cezalarının tamamının tahsilinden vazgeçileceği hükme bağlanmıştır[2].
6111 sayılı Yasa’dan yararlanılması sonucunda, kamu alacaklısı vergi idaresi ile vergi borçlusu arasında vergi borcu konusunda sulh sağlandığından, ihtilaf mevzuu kalmamakta ve yerel mahkemeler[3] ile Danıştay[4] tarafından “Karar verilmesine yer olmadığına” dair kararlar verilmekte ve dolayısıyla yargılama masrafları hakkında yeniden bir karar verilmemektedir.
Ancak Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından, ihdas edilen 2011/6 seri nolu “Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması Hakkında 6111 Sayılı Kanun İç Genelgesi”nde[5], 6111 sayılı Yasa’nın 3. maddesi kapsamında başvuruda bulunanların, dava açmamaları, açılmış davadan vazgeçmeleri ve yerel mahkemelerce bir karar verilmişse, kanun yollarına başvurulmamasının şart olduğu, davadan ve kanun yolundan vazgeçmenin ise feragat anlamına geldiği ifade edilerek, Danıştay’ın “Karar verilmesine yer olmadığına” ilişkin kararları eleştirilmiş ve aslolanın bu durumda, üst yargı merciince uyuşmazlık hakkında herhangi bir karar verilmemesi, feragat nedeniyle, ilk derece mahkemesi kararının bozularak, işin esası hakkında feragat doğrultusunda yeniden karar verilmek üzere dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesi ve yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılması gereği ifade edilmiştir.

Bu doğrultuda, anılan iç genelgede,
“     -    vazgeçme dilekçesi üst yargı merciine gönderilmiş ancak henüz herhangi bir karar verilmemiş olması durumunda anılan mercie yukarıda belirtilen hususları içeren beyan dilekçesi verilmesi,
-          üst yargı merciince uyuşmazlık hakkında karar verilmesine yer olmadığına veya temyiz incelemesi hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair bir karar verilmesi durumunda ise; vazgeçme (feragat) sebebiyle yeniden karar verilmek üzere, anılan kararın bozulmasına karar verilmesi gerekirken davanın vazgeçme nedeniyle sonlandırılması yönünde karar verilmesi "usul ve yasaya aykırıdır" gerekçeleriyle karar düzeltme yoluna gidilmesi” gerektiği ifade edilmiştir.

Vergi idareleri söz konusu bu iç genelge hükmüne istinaden, 6111 sayılı Yasa’dan yararlanan mükelleflerin temyiz aşamasında verilmiş olan “Karar verilmesine yer olmadığına” ilişkin kararların “usul ve yasaya aykırı” olduğu iddiasıyla karar düzeltme yoluna gitmektedirler. 

İnceleme konumuz, 6111 sayılı Yasa’dan yararlanılmasıyla ihtilafların sonlandırılması durumunda, feragat halinin var olup olmadığı ve bu çerçevede yargılama masrafları ile vekâlet ücretinin hangi tarafa yükleneceğidir.

II- 6111 SAYILI YASA KAPSAMINDA VERGİ DAVALARINDAN VAZGEÇEN VERGİ YÜKÜMLÜLERİNİN BEYANLARININ FERAGAT NİTELİĞİ TAŞIYIP TAŞIMADIĞI

A-DAVADAN FERAGAT VE SULH KAVRAMLARI

Bilindiği üzere, feragat, kabul ve sulh kavramları 2577 sayılı İYUK’da düzenlenmemiştir. Feragat konusunda, İYUK’un yapmış olduğu atıf doğrultusunda, HUMK hükümleri uygulanacaktır. Zira İYUK’un “Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu İle Vergi Usul Kanununun Uygulanacağı Haller” başlıklı 31/1. maddesinde, “Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hâkimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adlî yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sukûnunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemlerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır. Ancak, davanın ihbarı ve bilirkişi seçimi Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re'sen yapılır” denilmektedir.

1-DAVADAN FERAGAT

HUMK’nun 91. maddesine göre, davadan feragat, “iki taraftan birinin talep sonucundan (neticei talebinden) vazgeçmesidir”. 12.01.2011 tarih ve 6100 sayılı HMK’nın[6] 307. maddesinde ise “Feragat, davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir” şeklinde tanımlanmıştır.
Böylece davacı, davadan feragat etmekle, dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde istemiş olduğu haktan tamamen veya kısmen vazgeçmektedir.
Hiç kimse kendi lehine olan bir davayı açmaya zorlanamayacağı gibi (HUMK. m.79, HMK 24), açmış olduğu bir davayı sonuna kadar takibi de zorlanamaz[7]. Dolayısıyla, davacının açmış olduğu bir davayı feragat etmek suretiyle sona erdirebilmesi, bu ilkenin doğal bir sonucudur[8]. Yargıtay da bir kararında buna işaret etmiştir[9].
Ayrıca şunu belirtmek gerekir ki, uygulamada, davadan feragat yerine “davadan vazgeçme” terimi de kullanılmaktadır. “Davadan vazgeçme” terimi, HUMK m. 185/1’ deki davayı geri alma (davanın takibinden sarfınazar etme) anlamında da kullanıldığından ve bu nedenle karışıklığa neden olduğundan, HUMK ve HMK’daki teknik (ve kanuni) terim olan “davadan feragat” terimi, daima feragat anlamında kullanmak, açık ve kolay anlaşılır olmak bakımından zorunludur[10]. Nitekim HMK’da bilinçli bir şekilde (HMK 307) “davadan feragat”  kavramı kullanılmıştır.
Doktrinde davadan feragatin değişik tanımlarına rastlamak mümkündür[11]. Ancak davadan feragati bütün yönleri ile en kapsamlı tanımı yapan Akyol-Aslandır. Bu tanıma göre; “Davadan feragat, davalının ve mahkemenin kabulüne ve herhangi bir şarta bağlı olmaksızın, davacının, dava konusundan  (talep sonucundan) kısmen veya tamamen vazgeçtiğini, yazılı veya sözlü olarak mahkemeye yönelik tek taraflı, kesin, açık ve rücu edilemez bir irade beyanıyla açıklaması suretiyle davaya son veren, böylece esas haktan da vazgeçilmesine neden olan ve kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğuran karma karakterli[12] bir işlemdir”[13].
Davadan feragatin çeşitli özellikleri bulunmaktadır. Bunlar; (1)Feragatin bir taraf usul işlemi olması, (2)Feragatin hüküm ve sonuç doğurmasının davalının kabulüne bağlı olmaması (3) Feragatin tam veya kısmi olarak yapılmasının mümkün olması (4) Feragatten rücu edilememesi (5) Feragatin açık ve kesin olmasıdır.
Konumuz açısından özellikle altını çizmek istediğimiz özellik; davadan feragatin bir taraf usul işlemi olması[14], şarta bağlı hüküm verilememesi[15] ve yenilik doğuran bir hakkın kullanılması[16] sebebiyle şarta bağlı olarak yapılamamasıdır[17]. Şarta bağlı feragat geçerli olmamakla birlikte, davacının davasından şarta bağlı olarak feragat ettiğini ( veya edeceğini ) bildirmesinin bir sulh teklifi olduğu kabul edilmektedir[18]. Eğer, davalı bu teklifi aynen kabul ederse, taraflar arasında bir sulh anlaşması meydana gelecek ve bununla da dava, artık feragat nedeniyle değil, sulh nedeniyle sona erecektir[19]. Davalı, şarta bağlı feragati bir başka deyişle, sulh teklifinin kabul etmezse, mahkeme, şarta bağlı olarak yapılmış olan feragati hiç nazara almayacak ve davaya devam edecektir.
Davanın geri alınması HUMK m. 185/1 ( HMK m. 123)’de düzenlenmiştir. Davanın geri alınması, davacının mahkemeye yönelik irade beyanıyla davaya devam edilmesi talebinden vazgeçmesidir[20].  Davasını geri alan davacı, esas hakkından feragat etmemekte, ileride tekrar dava açabilme hakkını saklı tutarak şimdilik davayı takip etmeyerek geri almaktadır. Bu nedenden dolayı davacı, davalının açık rızası ile davayı geri alabilir. Davanın geri alınması zımnen mümkün değildir[21]. Uygulamada “davayı atiye bırakmak” şeklinde bir yol izlenmektedir. Usul hukukumuzda davayı atiye bırakmak diye bir kurum söz konusu değildir. Davayı atiye bırakmak, çoğunlukla davanın geri alınması şeklinde ortaya çıkar. Ancak duruma göre bazen dosyanın işlemden kaldırılması şeklinde de dava atiye bırakılabilir[22]. Bunun dışında, tarafların sulh olmaları sonucu, davacı davasını atiye terk ederek takip etmemektedir[23].
Beyanın feragat olarak nitelendirilmesi de, tek başına feragatin varlığına karine teşkil etmez. Nitekim Yargıtay 2. HD.’nin bir kararında, “…yeniden dava açabilmek için süresinden önce ikame ettiğim bu davadan feragat ediyorum” şeklinde beyanın feragat değil vazgeçme olduğu ifade edilmiştir[24].  

2-SULH

Sulh müessesi, daha önce Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda düzenlenmemiş ve tanımlanmamıştı[25] ancak, HMK ile birlikte sulh kurumu artık kanunda, kanunun 313. Maddesinde bir kurum olarak yer almıştır. Anılan maddede sulh, “görülmekte olan bir davada, tarafların aralarındaki uyuşmazlığı kısmen veya tamamen sona erdirmek amacıyla, mahkeme huzurunda yapmış oldukları bir sözleşme” olarak tanımlanmıştır.
Mahkeme huzurunda yapılan sulhu, “görülmekte olan bir davanın taraflarının, aralarındaki hukuki ilişkiden kaynaklanan uyuşmazlığı yada şüpheli bir durumu sona erdirmek amacıyla, mahkeme huzurunda karşılıklı fedakarlıkta bulunmak suretiyle gerçekleştirmiş oldukları bir işlemdir” şeklinde tanımlamak mümkündür[26].
Sulh genelde kısmi feragati ve kabulü[27] bünyesinde taşımaktadır[28]. Ancak yukarıdaki tanımdan da anlaşılacağı üzere sulh, feragat (ve kabulden) farklı bir kavramdır. Aralarındaki temel farklılık, feragat ve kabulün taraflardan sadece birinin iradesiyle mevcut uyuşmazlığı sona erdirmesine karşılık; sulhde, tarafların karşılıklı olarak fedakarlık da bulunmak suretiyle, mevcut uyuşmazlığı sona erdirmeleri söz konusudur[29]. Yani, feragat ve kabul tek taraflı bir hukuki muamele iken; sulh, iki taraflı borç doğuran akitler grubuna dahil tam karşılıklı bir sözleşmedir[30]
Öte yandan, sulh ancak tarafların dava konusu üzerinde serbestçe tasarrufta bulanabilecekleri davalarda mümkündür. Bir başka deyişle, tarafların dava konusu üzerinde serbestçe tasarruf yetkilerinin bulunmadığı davalarda, sulh ile dava sona erdirilemez[31]. Oysa, feragatta durum farklıdır. Tarafların dava konusu üzerinde serbestçe tasarruf yetkilerinin olmadığı davalarda da, davacı davadan feragat edebilir.
Feragat ile sulh arasındaki bir diğer farklılık da, şarta bağlı feragat mümkün olmadığı halde, taraflar, mahkeme önünde şarta bağlı bir sulh sözleşmesi yapabilirler ve böyle bir sulh ile davanın son bulmasını sağlayabilirler[32].
 Feragatle sulhun ortak noktaları ise; her ikisinin de hukuki nitelik itibariyle çift karakterli bir işlem olması, sulhun de tek taraflı olarak rucü edilememesi, her ikisinin de vekil tarafından yapılabilmesi için özel yetkiye ihtiyaç göstermesi(HUMK m.63), her ikisinin de görülmekte olan davayı sona erdirerek kesin hükmün hukuki sonuçlarını doğurmasıdır. 
Sulh neticesinde davanın nasıl sonuçlandırılacağı tartışmalıdır. Bir görüşe göre, dava doğrudan doğruya sulh ile değil ancak mahkemenin sulhu esas almak suretiyle vereceği hükümle sona erer[33]. Türk hukukundaki ağırlıktaki diğer görüşe göre ise, sulhun bizzat kendisi davayı sona erdirir; mahkemenin ayrıca bir karar vermesine gerek yoktur[34]. Dolayısıyla mahkemenin bu sonucun elde edilebilmesi için, sulhten sonra onu esas alarak ayrıca bir hüküm vermesine gerek olmayıp, sadece davanın konusuz kaldığını tespit ve tevsik etmekle yetinmesi gerekir[35]. HMK ile birlikte bu tartışmaya son verilmek istenmiştir. HMK’nın 315. maddesinde, “Sulh, ilgili bulunduğu davayı sona erdirir ve kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. Mahkeme, taraflar sulhe göre karar verilmesini isterlerse, sulh sözleşmesine göre; sulhe göre karar verilmesini istemezlerse, karar verilmesine yer olmadığına karar verir” şeklinde belirtilmektedir.

B- 6111 SAYILI KANUNUN 3. MADDESİNDE GEÇEN “DAVALARDAN VAZGEÇME” KAVRAMININ YORUMU

Yapmış olduğumuz bu açıklamalardan sonra 6111 sayılı kanunun 3. Maddesinin 10. fıkrasında geçen “vazgeçme” teriminin ne anlama geldiği daha rahat anlaşılabilir. 6111 sayılı kanunun 3. Maddesinin 10. Fıkrasına göre; “Bu madde hükmünden yararlanılması için madde kapsamına giren alacaklara karşı dava açılmaması, açılmış davalardan vazgeçilmesi ve kanun yollarına başvurulmaması şarttır.”. Görüldüğü üzere kanun koyucu yapmış olduğu düzenleme ile devlet ile vergi mükellefleri arasındaki uyuşmazlıkları sona erdirmek, vergi barışını sağlamak, vergi tahsilatını artırmak için vergi mükelleflerinin ihtilaflı vergilerini affetme yoluna gitmiş ancak bunu mükelleflerin açmış oldukları davalardan vazgeçmesi koşuluna bağlamıştır. Dolayısıyla Gelir İdaresi Başkanlığının yukarıda zikredilen iç genelgesinin aksine, 6111 sayılı Yasa da geçen vazgeçme terimini, vergi mükellefleri ile devlet arasında yapılan bir sulh kapsamında değerlendirmek gerekir.  Bu şekilde 6111 sayılı Yasa kapsamında, vergi idarelerince, vergilerde %80’e varan, vergi ziyaı cezaları ve gecikme faizlerinde ise %100 oranında yapılan indirimler karşılığında vergi ihtilafları karşılıklı sulh olunarak sona erdirilmiştir.
Zira “sulh görülmekte olan bir davanın taraflarının, karşılıklı anlaşma (fedakarlık-özveri) ile (yani bir sözleşme ile), dava konusu uyuşmazlığa son vermeleridir. Genellikle davacı talep sonucunun bir kısmından feragat eder ve davalı da, davcının talep sonucunun diğer (kalan) kısmını kabul eder ve böylece(yani kısmi feragat ve kısmi kabul ile) sulh anlaşması meydana gelir”[36].
Nitekim, 6111 sayılı Yasa çerçevesinde varılan sulh ile vergi idaresi, vergi alacağının büyük bir kısmının tahsilinden vazgeçmiş; buna karşılık mükelleflerde kazanmış olduğu davasını temyiz aşamasında takip etmeyerek vazgeçmişlerdir.
Bilindiği üzere feragat, kayıtsız ve şartsız olur(HMK md.309). Oysa mükelleflerin davalarından vazgeçmesi, vergi idarelerinin büyük çapta vergi alacaklarından vazgeçmelerine bağlanmıştır. Kanunkoyucun amacı da zaten bu şekilde ihtilafları sona erdirmektir. Hatta bu amaçla bir genelge yayınlayarak bu yasa kapsamından yararlanan mükelleflerle olan ihtilafların devam ettirilmemesi gerektiği özellikle belirtilmiştir.
Görüldüğü gibi, teknik anlamda feragat kurumu burada mevcut olmayıp, her iki tarafın da karşılıklı olarak kısmi taleplerinden vazgeçildiği sulh durumu söz konusudur. Sulh durumunda ise, davacı tarafa vekalet ücreti hükmedilmesi ve yargılama masraflarının davalıya yükletilmesi Yargıtay’ın da müstakar içtihadıdır.
Örneğin, Yargıtay 3. HD’nin bir kararında, Bu davaya konu olan işlerde takip edilen davaların şeklen feragatla sonuçlanması ve o tarafların talepte bulunmaları nedeniyle mahkemece bir avukatlık ücreti takdir edilip karşı tarafa yükletilmemişse de, feragatın aslında haktan feragat olmayıp, davanın iki taraf arasında gerçekleşen sulhun bir şartı olması karşısında davacılar, bu avukatlık ücretini de Avukatlık Kanununun 164. maddesinin son fıkrası uyarınca istemekte haklıdır. O halde mahkemece yapılacak iş kavuşturulan sulhle biten dava taraflarının defter tutmakla yükümlü tacir bulundukları ve protokol hükümleri de gözetilerek bu konuda gerekli inceleme yapılıp onların ne miktar üzerinden sulh oldukları tesbit edildikten sonra bu sulh mahkeme karşısında gerçekleşmiş olsaydı neye hükmedilecek idiyse bu miktar üzerinden asgari tarife uyarınca takdir edilip hasma yükletilecek olan avukatlık ücretine de hükmedilmesi gerekir[37] şeklinde hükme yer verilmiştir.
Görüldüğü üzere, sulh durumunda, tarafların bir takım haklarından vazgeçmelerinin şeklen feragat olduğu; bu durumun ise aslında haktan feragat olmayıp, davanın iki taraf arasında gerçekleşen sulhun bir şartı olduğu açıkça ifade edilmiştir. Yargıtay’a göre tarafların gerçek iradelerine bakılması gerekir. Yani tarafların mahkemeye yönelttikleri kabul veya feragat beyanları şayet daha önce yapmış oldukları sulh neticesinde ise bu kabul ve feragat beyanlarının sulh şeklinde yorumlanması gerekmektedir. Örneğin bir kararında Yargıtay, “…her ne kadar belgenin sonunda ve mahkemede yapılan duruşmadaki açıklamada davadan feragat edildiği belirtilmekte ise de, İş mahkemesinde yapılan anlaşma gerçekte feragat veya kabul değil, sulhdür.”[38]. Aynı şekilde gene bir başka kararında Yargıtay, “…Davalı Lami ve hasmı arasındaki dava nedeniyle feragat sebebiyle reddedilmiş ise de, gerçekte Lami hasmından haricen 6.000 lira almak suretiyle sulh olmu ve 2.6.1975 günlü sulhname ile de hasmı hakkındaki davadan feragat etmiştir. Sulh, dava edilenin bu kısmının davacı Lami’ye ödenmesi suretiyle yapılmıştır.  Bu şekilde noterlikte tespit olunan sulhten sonra davacı Lami hakim önünde davasından vazgeçmiştir. O halde ortada bir sulh vardır…”[39].
Yine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun emsal nitelikteki bir kararında, “Avukatlık Kanununun 164. maddesinin son fıkrası hükmüne göre avukatla iş sahibi arasında sözleşme bulunmayan hallerde Tarifeye dayanılarak karşı tarafa yükletilecek avukatlık ücreti de avukata aittir. Aynı Kanunun sulh ile sonuçlanan işlerde her iki tarafın da avukat ücretlerinden müteselsil borçlu sayılacaklarına dair ilkenin yalnız avukatın takip ettiği işten ötürü iş sahibinin isteyeceği vekâlet ücreti hakkında değil, aynı zamanda tarife uyarınca hasma yükletilecek avukatlık ücretinde de uygulanması gerekmektedir. Bu davaya konu olan işte takip edilen davanın şeklen feragatle sonuçlanması nedeniyle mahkemece bir avukatlık ücreti takdir edilip hasma yükletilmemiş ise de bu feragatin aslında sulhun bir şartı olması karşısında davacılar bu avukatlık ücretini de istemekte haklıdırlar”.[40] denilmektedir.
Yargıtay kararlarına göre taraflar arasındaki asıl iradeye bakılması gerektiği anlaşılmaktadır. Davacının davasından vazgeçmesi veya davalının davayı kabul etmesi eğer aralarında yapmış oldukları bir sulhe dayanıyorsa davanın sulh nedeniyle sona erdiğinin tespiti gerekir. Elbetteki bu sulh anlaşmasının kanıtlanması gerekir. 6111 yasada ise bu durum gayet açıktır. Taraflar önce bu yasa doğrultusunda bir uzlaşmaya varmakta, daha sonra bu uzlaşma doğrultusunda da davacılar davalarından vazgeçmektedirler. Böylece kanunun istediği şekilde ihtilaflar bir an önce sonlandırılabilmektedir. 

III- YARGILAMA GİDERLERİ

A-DAVADAN FERAGAT VE SULHUN YARGILAMA GİDERLERİN AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI

6111 sayılı yasa kapsamından yararlanarak davalarından vazgeçen mükelleflerin yargılama neticesinde oluşan yargılama masraflarından sorumlu tutulup tutulamayacağı önem arz etmektedir. Belirttiğimiz üzere bize göre burada taraflar arasında bir feragat değil sulh anlaşması yapılmaktadır. Mükellefler açmış oldukları davalarda haklı olduklarını düşenseler bile sırf kanunun kendilerine vermiş olduğu haktan yararlanmak için davalarından vazgeçmişlerdir. Bu vazgeçmenin feragat olarak yorumlanması özellikle yargılama giderleri açısından büyük haksızlıklara neden olacaktır. Çünkü feragat veya sulh olarak yorumlanmasına göre yargılama giderleri arasında farklılık olmaktadır. Oysaki burada olan durum sulh nedeni ile davanın konusuz kalmasıdır. Çünkü dava açan taraf haklı olduğunu düşünse bile ihtilafın bir an önce sonlanmasını ve kanunun kendisine tanıdığı haktan yararlanmak istemektedir. Ancak bunun için kanuni şart olan davasından vazgeçmesi istenmiştir.
Bilindiği üzere yargılama giderlerinden kimin sorumlu tutulacağına ilişkin en temel ilke yargılama giderlerinin haksız tarafa yükletilmesidir(HUMK 417, HMK. 326). Ancak davadan feragat halinde davadan feragat edenin yargılama giderlerinden bu arada da vekalet ücretinden sorumlu tutulması normaldir. Çünkü feragatte, davacı aleyhine karar verilir. Dolayısıyla davasından feragat eden taraf, “davada aleyhine hüküm verilmiş gibi yargılama giderlerini ödemeye mahkum edilir”(HMK Md: 312)[41].
Davadan feragat halinde yargılama giderlerine kimin katlanacağına ilişkin HMK’nın 312’inci maddesinin ikinci fıkrasında yeni bir hüküm getirilmiştir. Buna göre “davalı, davanın açılmasına kendi hal ve davranışlarıyla sebebiyet vermemiş ve yargılamanın ilk duruşmasında da davacının talep sonucunu kabul etmiş ise yargılama giderlerine ödemeye mahkum edilemez”. Böylece uygulamada ortaya çıkan tereddütler bir nebze olsun giderilerek, davadan feragat edenin davanın açılmasına sebebiyet vermemesi ve ilk duruşmada da davadan feragat etmesi halinde yargılama giderlerine mahkûm edilmeyeceği hükmü getirilmiştir. Böylece daha önce yalnızca davayı kabul için getirilen hüküm artık davadan feragat içinde uygulanabilir hale gelmiştir. Ancak burada ilk duruşmanın ancak HMK ile yeni getirilen ön inceleme aşamasından sonra gerçekleşeceğini de göz ardı etmemek gerekir. 
Oysa, sulh ile sonuçlanan davalarda masraflar çoğu zaman ikinci derecede önemi haiz bir mesele sayıldığından, taraflar bunun üzerinde anlaşmaya lüzum görmezler. Özellikle bir kanun hükmü nedeniyle, o kanun hükmümden yararlanmak için, kendisinden haklı olduğunu düşündüğü davasından vazgeçmesi istenen tarafın, öncelikle idare ile anlaştıktan sonra, davasından vazgeçmesi halinde bütün yargılama giderlerinin, davadan feragat şeklinde yorumlanarak davacı tarafa yükletilmesi büyük haksızlıklara sebebiyet verir.
Sulh ile sonuçlanan davalarda taraflar normal olarak yargılama masrafları üzerinde de bir anlaşmaya varacaklardır. Mahkemede bu anlaşma neticesinde kararını verecektir. Ancak tarafların masraflar üzerinde bir anlaşmaya varamamaları veya bu konuda anlaşmak istememeleri halinde, esas uyuşmazlık sulhen halledilmiş olacak, fakat masraflar üzerinde mahkemenin karar vermesi gerekecektir[42]. Genel kural belirttiğimiz üzere masrafların dava sonunda haksız çıkan tarafa yükletilmesidir.  Dolayısıyla sulh sözleşmesine göre karar verildiğinde, sözleşmede yargılama giderlerine ilişkin bir anlaşma mevcutsa ona göre, tarafların bu konuda bir talebi mevcut değilse, karar verilmesine yer olmadığına karar verilerek dava açıldığı sırada, hangi taraf haksız ise, o taraf yargılama giderlerine (vekalet ücretine de) mahkum edilir[43].
Davanın konusuz kalması halinde, mahkemenin, yargılamaya devam edip, dava açıldığı sırada, hangi taraf haksız ise, o tarafı yargılama giderlerine (vekalet ücretine de) mahkum etmesi gerekir[44].
Nitekim Yargıtay’ın da içtihatları bu yöndedir:
“Yargılama devam ederken dava konusuz kalmış ise "dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına" karar verilmesi gerekir. Yerel mahkemece yazılı şekilde davanın reddedilmesine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Öte yandan davanın konusuz kalması halinde, mahkemenin, dava açıldığı zaman hangi tarafın haksız olduğunu tespit edip o tarafı yargılama giderlerine mahkum etmesi gerekir. Somut olayda, davacı dava açılmasına sebebiyet vermediğinden başka bir anlatımla dava açmakta haklı olduğundan davacı aleyhine yargılama giderlerine hükmedilmesi hatalıdır[45].
Yine başka kararında Yargıtay davanın konusuz kalması halinde yargılama giderleri açısından davaya devam edilerek haksız çıkan tarafın belirlenmesi gerektiğine hükmetmiştir.
“Dava açıldıktan sonra yargılama sırasında, 4757 sayılı yasa gereğince taraflar arasında 18.6.2002 tarihinde yeni bir kira sözleşmesi yapılmış olup, bu nedenle mahkemece davanın konusuz kalması nedeniyle hüküm tesisine yer olmadığına, karar verilmiştir. Ancak mahkeme, davalının davayı kabul ettiği gerekçesiyle, davacı yararına vekalet ücretine hükmettiği gibi yargılama giderlerinin de davalıdan tahsiline karar vermiştir. Oysa davalı, davayı kabul etmemiş, 4757 sayılı yasanın getirdiği düzenleme ile taraflar arasındaki uyuşmazlık sona erdirilmiş ve dava konusuz kalmıştır. Bu durumda mahkemece yargılama giderleri ile vekalet ücretinden kimin sorumlu olacağının tesbiti için 4757 sayılı yasa çıkmamış olsa idi dava açıldığı tarihte hangi tarafın haksız olduğu belirlenmeli ve yargılama giderlerinden onun sorumlu olduğuna karar verilmelidir[46]
“Dosya içindeki bilgi ve belgelerden; dava konusu ana taşınmazın onaylı mimari projesinde duvar olarak gözüken bölümüne davalıların camekanlı kapı açtıkları ve bu durumun davacı tarafından görülmesi üzerine projesine uygun eski hale getirme davasını açtığı, yargılama devam ederken davalıların Nevşehir Belediyesi İmar İşleri Müdürlüğünün uyarısı üzerine sözkonusu projeye aykırılığı eski hale getirdikleri ve böylece davanın konusuz kaldığı, mahkemece de bu husus saptandığı halde davalıların dava konusu taşınmaza ait projeye aykırılık teşkil edecek haksız müdahalelerinin olmadığı ve davaya sebebiyet vermedikleri gerekçesiyle davanın reddine, yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına karar verildiği anlaşılmıştır. Yargıtay uygulamalarında ana taşınmazın ortak yerlerinde projeye aykırı olarak yapılmış olan tesis ve değişikliklerin binanın ilk yapıldığı sırada veya önceki malikleri tarafından gerçekleştirilmiş olması halinde tüm aykırılıkların daha sonraki malikler lehine herhangi bir hak bahşetmeyeceği kabul edilmektedir. Böylece her kat maliki sözkonusu aykırılığın giderilmesini ve eski hale getirmeyi istemek hak ve yetkisine sahiptir. Bu durum karşısında yargılama sırasında dava konusu edilen aykırılığın onaylı mimari projesine uygun hale getirilmesi, davalıların davaya sebebiyet verdikleri gerçeğini ortadan kaldırmaz. Açıklanan nedenlerle mahkemece dava konusuz kaldığından bir karar verilmesine yer olmadığına, ücreti vekalet ile yargılama giderlerinin davalılara yükletilmesine karar verilmesi gerekirken, yukarıda açıklanan gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş olmasının yanlışlığına değinilerek kararın bozulması gerekirken onandığı bu kez yapılan incelemeden anlaşıldığından, davacı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulüne[47]”  şeklinde kararlar verilmiştir.
6111 sayılı Yasa’dan önce, vergi mükelleflerinin davasının kabul ile sonuçlanması; ancak temyiz aşamasında yürürlüğe giren vergi barışı niteliğindeki bu Yasa’dan yararlanılması sonucunda, dava konusu vergi %80 indirimle ödenmesi suretiyle dava konusuz kalmaktadır. Yargıtay içtihatlarından da görüleceği üzere, davanın konusuz kalması durumunda, dava açıldığı sırada, hangi taraf haksız ise, o tarafın yargılama giderlerine (vekalet ücretine de) mahkum edilmesi hem adalet hem de Yasa gereğidir.

B-DAVA AÇILMASINDAN SONRA BİR KANUN HÜKMÜ VEYA YARGI KARARI İLE DAVANIN KONUSUZ KALMASI DURUMUNDA OLUŞAN YARGILAMA GİDERLERİ

Davanın açılmasından sonra davacının hukuki yararı veya davanın konusu ortadan kalkarsa dava konusuz kalır[48]. Örneğin bir boşanma davasında eşlerden birisi ölürse veya alacak davasında, davalı dava konusu borcunu öderse, tahliye davası devam ederken, davalı kiralananı tahliye ederse, veya patent hakkının ihlali davasında patentin iptal edilmesinden sonra, iflasta sıra cetveline ilişkin davanın, iflasın kaldırılmasından[49] sonra dava konusuz kalır[50].
Aynı şekilde dava, çıkan yeni bir kanun veya Anayasa Mahkemesinin iptal kararı nedeniyle de konusuz kalabilir[51]. Bu konuda birçok örnek verilebilir. Örneğin davacı idarenin açmış olduğu, kamulaştırma bedelinin davalı tarafından verilen vergi beyannamesindeki vergi değerine indirilmesi davası, davanın dayanağı olan Anayasa’nın 382’inci maddesinin 2 ve 3’üncü fıkralarının Anayasa mahkemesince iptali üzerine konusuz kalmıştır[52]. Aynı şekilde babalık (nafaka ve tazminat) davası devam ederken 1826 sayılı Kanun gereğince çocuk babasının üzerine kaydedilmiş ve böylece çocuk yönünden dava konusu kalmamıştır[53].  Bir başka kararda yine, davacı idarenin açmış olduğu, askeri eşyanın yitirilmesinden doğan tazminat davası, söz konusu Hazine zararının 1803 sayılı Af Kanunu kapsamına girmesi yüzünden konusuz kalmıştır[54]. Bir başka kararda yine çıkan bir kanun neticesinde davanın konusuz kaldığına karar verilmesi gerektiği karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Buna göre davacı idarenin açmış olduğu, haksız ödenen şeref aylıklarının geri alınmasına ilişkin “dava görülmekte iken yürürlüğe giren 1803 sayılı Af Kanunun 16. Maddesinde ödenmiş şeref aylıklarının geri alınmayacağının buyrulmuş olması karşısında davanın konusu kalmamıştır” şeklinde hüküm verilmiştir[55].
 Davanın konusuz kalması halinde nasıl bir karar verileceği konusunda usul kanununda bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak davanın konusuz kalması halinde mahkeme bir hüküm vermeyecek, sadece kararında davanın konusuz kaldığını belirterek davaya son verecektir.
Ancak bu durumda mahkemenin yargılama giderleri hakkında bir karar vermesi gerekecektir. Bu konuda davanın açılmasında kim haksız ise, davaya devam edilseydi kimin aleyhine karar verilecek idiyse, yargılama giderlerine de o kişinin mahkûm edilmesi gerekir. Bu nedenle mahkemenin, davanın konusuz kalması halinde yargılamaya devam ederek, haksız olan tarafı tespit ettikten ve yargılama giderlerine mahkum ettikten sonra davanın konusuz kaldığını bildirerek davaya son vermesi gerekir[56].
Ancak Yargıtay davanın yeni bir kanun hükmü çıkması sebebiyle konusuz kalması halinde yargılama giderleri açısından kimin haklı çıkacağının dahi araştırmadan davacı aleyhine vekâlet ücreti hükmedilmeyeceğine karar vermiştir[57]. Burada davacının sıfatı önemli değildir. Davacı duruma göre bazen idare bazen de özel hukuk kişisi olabilmektedir. Önemli olan husus, davacı aleyhine, yargılama giderlerinden vekâlet ücretine hükmedilmemesidir. Bunun sebebi davacının sonradan çıkan bir kanun hükmü nedeniyle davanın konusuz kalmasından dolayı peşinen haksız sayılamayacağı bu nedenle de aleyhine yargılama giderlerine hükmedilemeyeceğinin düşünülmesidir. Gerçekten de davacı, mevcut kanuni duruma göre, haklı olduğu düşüncesi ile dava açmakta ancak sonradan çıkan kanun nedeni ile dava konusuz kalmaktadır.  Davanın konusuz kalmasından sonra ayrıca davacı aleyhine, sanki davacı haksız çıkmış gibi, aleyhine vekalet ücretinin hükmedilmesi haksız olurdu.
Nitekim Yargıtay’ın konuyu işaret ettiği bir kararında, Davacı, davalı tarafından düzenlenen doğalgaz faturalarında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın 1995/1 sayılı tebliğinde öngörülen üst sınırın aşıldığını ve bu şekilde fazla para alındığını ileri sürerek, geri alma isteminde bulunmuş ve böylece istemini anılan Bakanlık tebliğine dayandırmıştır. Davanın açıldığı 24.10.1996 tarihinde söz konusu tebliğin yürürlükte bulunduğu ve bu tebliğin davalıyı doğalgaz satış fıyatlarını belirlemede belirli bir sınırlamaya tabi tuttuğu açıktır. Yargılama devam ederken, söz konusu tebliğ, Danıştay 10. Dairesi'nin 16.3.1998 tarih, 1995/5447-1998/1162 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve iptal kararı kesinleşmiştir. Danıştay ve İdare Mahkemelerince bir idari işlemin iptali hakkında tesis edilen hükmün o işlemi geriye yürürlü olarak ortadan kaldırması ve yürürlük tarihinden itibaren hukuk aleminden silmesi karşısında mahkemenin bozmaya uymak ve bu gerekçeyi göstermek suretiyle geri alma istemini reddetmiş olması doğrudur. Ne var ki mahkemece davanın reddine ilişkin kararda davalının yaptığı yargılama giderleri davacıya yüklendiği gibi, davalı yararına avukatlık ücretine de hükmedilmiştir. Hemen belirtilmelidir ki; dava tarihi itibariyle söz konusu Bakanlık tebliğinin yürürlükte bulunması ve davanın sonradan verilen bir iptal kararı nedenine dayalı olarak reddedilmiş olması karşısında, davacının yargılama giderlerine ve bu meyanda avukatlık ücretine mahkum edilmesine hukuken olanak yoktur. Çünkü davanın taraflarından birinin, diğer tarafça yapılan yargılama giderini ödemekle yükümlü tutulabilmesi, ancak o giderin yapılmasına haksız olarak sebebiyet vermiş olması halinde mümkündür. Davacı, dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan bir tebliğe dayanarak geri alma isteminde bulunduğuna göre, sonradan bu tebliğin iptal edilmesi nedeniyle, davanın reddi durumunda yargılama giderlerine ve vekalet ücretine mahkum edilemez[58] denilmektedir.
Bu sefer idarenin davacı olduğu bir başka kararda da gene Yargıtay davalı yararına vekalet ücreti hükmedilmeyeceğine karar vermiştir. “Davacı idarenin açmış olduğu, kamulaştırma bedelinin davalı tarafından verilen vergi beyannamesindeki vergi değerine indirilmesi davası sırasında, davanın dayanağı olan Anayasanın 38. Maddesinin 2. ve 3. Fıkralarının Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş olması karşısında bu davanın hukuki dayanaktan yoksun kaldığı cihetle davanın reddinde bu bakımlardan ve sonucu itibariyle bir isabetsizlik görülmemiştir. Ancak, sonradan hâsıl olan bu hukuki duruma göre davanın reddinden dolayı davacı idareye vekâlet ücreti yükletilemez”[59].
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür[60]. Ancak Yargıtay kararlarından anlaşılmaktadır ki Yargıtay yeni bir kanun hükmü çıkması sebebiyle davanın konusuz kalmasından dolayı davacı taraf aleyhine vekalet ücretine hükmetmemektedir. Bunun gerekçesi basittir.  Yargıtay’a göre davacı mevcut hukuki duruma göre dava açarak haklı olduğunu iddia etmektedir. Esas davayı kaybetmediği halde sırf yeni bir hukuk durum nedeniyle davanın konusuz kalmasından dolayı sanki davayı kaybetmiş gibi aleyhine vekalet ücreti hükmedilmesini adalete uygun bulmamıştır. Burada davacının sıfatı önemli değildir. Davacı idare veya özel hukuk kişisi olabilir. Ancak kimse kaybetmediği bir davadan dolayı, peşinen kaybetmiş kabul edilerek, vekalet ücretine mahkum edilmemesi doğru bir yaklaşımdır.
Doktrinde Kuru, bu kararları eleştirmiştir. Ona göre, yeni bir kanun hükmü (veya Anayasa Mahkemesi kararı) nedeniyle davanın konusuz kalması halinde de, mahkemenin yargılama giderleri bakımından davaya devam ederek, dava açıldığı anda hangi tarafın haksız olduğunu tespit etmesi ve yargılama giderlerin o tarafa yükletmesi gerekir. Dolayısıyla davayı konusuz hale getiren kanun (veya Anayasa Mahkemesi kararı) çıkmasa idi, davayı hangi taraf kaybedecek ise, yargılama giderlerinin (ve bu arada vekalet ücretinin) de o tarafa yükletilmesi gerekir[61]. Yargıtay’da bir kararında bu şekilde karar vermiş ve yargılama giderleri açısından kimin haklı olup olmadığının eski kanun hükmüne göre karar verilmesi gerektiğini söylemiştir. İlgili karar şu şekildedir: “Dava, şeref aylığının geri alınmasına ilişkin olup, evvelce mahkeme davayı reddetmiş, Yargıtay 4 HD. geri alma kararı verilmek üzere hükmü bozmuş bozmaya uyularak duruşma yapılmış, yargılama sırasında 1803 sayılı Af Kanunu yürürlüğe girdiği için konusu ortadan kalkmış olan dava reddedilmiştir. –Uyuşmazlıklar dava açıldığı tarihteki şartlara göre çözülür. Yukarıda açıklandığı gibi dava açıldığı güne göre Hazine dava açmakta haklıdır. Sonradan yürürlüğe giren kanun bu haklılığı ortadan kaldırmaz. O halde (davacı) Hazine yararına vekâlet ücreti takdir edilmesi ve Hazinenin yargılama giderinin davalıya yükletilmesi gerekir”[62].
Sonuç olarak önemli olan yargılama giderlerinde temel prensipten ayrılmamaktadır. Yargılama giderlerindeki temel prensip ise, yargılama giderlerinin haksız çıkan tarafa yükletileceğidir. Bir davanın konusuz kalması kanunun yeni bir hükmü sebebiyet vermiş ise, bu durumda davacı aleyhine peşinen vekalet ücreti hükmedilmemelidir. Ya dava bu şekilde davacı aleyhine vekalet ücretine hükmedilmeden bırakılmalı ve davanın konusuz kalması sebebiyle davaya son verilmeli yahut haklı tarafın belirlenerek haksız çıkan tarafa yargılama giderleri hükmedilmelidir.

IV- 6111 SAYILI YASA VE 1 SERİ NOLU 6111 SAYILI YASA GENEL TEBLİĞİ KARŞISINDA GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞININ İÇ GENELGESİ

6111 sayılı Yasa’da, bu Yasa’dan yararlanmak için ihtilafların devam ettirilmemesi ön şart olarak belirlenmiştir.
Yine anılan Yasa uyarınca ihdas edilen 1 Seri Nolu Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması Hakkında 6111 Sayılı Kanun Genel Tebliğinde, davacı ve davalıyı da bağlayacak şekilde, ihtilafların devam ettirilmemesi bir ön şart olarak belirlenmiştir.
Nitekim söz konusu Genel Tebliğ’in “Madde Hükmünden Yararlanmanın Diğer Şartları” adlı D maddesinin devamında “Diğer Hususlar” başlıklı E maddesinin 1. fıkrasında, “Mükelleflerce Kanun hükümlerinden yararlanılmak üzere davadan vazgeçilmesi halinde idarece de ihtilaflar sürdürülmeyecektir”, 2. fıkrasında, “Kanun hükümlerinden yararlanmak üzere başvuruda bulunan ve açtıkları davalarından vazgeçen borçluların bu ihtilaflarıyla ilgili olarak Kanunun yayımlandığı tarihten sonra tebliğ edilen yargı kararları uyarınca işlem yapılmayacak ve bu kararlar ile idare aleyhine hükmedilmiş yargılama giderleri ve vekalet ücreti bulunması halinde bu tutarlar idareden talep edilmeyecektir. Aynı şekilde, Kanunun yayımlandığı tarihten sonra tebliğ edilen kararlar üzerine işlem yapılmayacağından, idare lehine hükmedilmiş yargılama giderleri ve vekalet ücreti de borçludan talep edilmeyecektir” ve yine 5. fıkrada, “Kanunun yayımlandığı tarih itibariyle vergi mahkemelerince tarhiyata ilişkin olarak verilmiş bulunan kararlara karşı, mükelleflerce kanun yollarına başvurulmayıp idarece başvurulduğu hallerde, mükelleflerin bu Kanundan yararlanmak üzere yazılı başvuruda bulunmaları üzerine, idarece sürdürülen ihtilaflardan vazgeçilecektir.” şeklinde amir hükümlerden anlaşılacağı üzere, mükelleflerin Yasa’dan yararlanması durumunda, vergi idaresinin de ihtilaflardan vazgeçmesi şarttır.

V- SONUÇ

Kısmi bir af yasası niteliğinde olan 6111 sayılı Yasa’nın,  vergi adaleti açısından birçok eleştiriye tabi tutulması mümkündür. Ancak vergi idaresi ile vergi mükellefi arasında, vergi borçları konusunda, belirli şartlar çerçevesinde, bir uzlaşı sağladığı da bir gerçektir.
Ayrıca, % 75[63] oranında vergi mükellefi lehine sonuçlanan vergi ihtilaflarının da, sona erdirilmesi sebebiyle vergi yargısının yükünü hafiflettiği ve devletin vergi tahsilatını hızlandırarak arttırdığı yadsınamaz bir gerçektir.
Vergi yükümlülerinin, yapılan tarhiyatlar sonucunda, vergi mahkemelerinde açmış oldukları davaları kazanmalarına rağmen, tarh edilen vergilerin %80’nin, gecikme faizinin ve vergi ziyaı cezalarının ise tamamının tahsilinden vazgeçilmesi şartıyla, davalarından vazgeçmeleri, her iki tarafında karşılıklı haklarından vazgeçmeleri sonucunu doğuran bir sulh anlaşmasının sonucudur. Yoksa vergi yükümlülerinin tek taraflı, şartsız, kayıtsız bir feragati mevcut değildir. Dolayısıyla, 6111 sayılı Yasa kapsamında yapılan işleminin feragat olarak nitelendirilmesinin mümkün değildir. Tarafların sulh olarak, davanın konusuz kaldığına hüküm verilmesi gerekir. Danıştay’ın “Davanın konusuz kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına” ilişkin karar vermesi ve yargılama masrafları konusunda yeniden bir karar vermemesi hukuka uygundur. Eğer yargılama giderleri konusunda bir karar verilecek ise, yargılama giderlerindeki temel prensip göz önünde bulundurulmalıdır. Yani haksız çıkan tarafın belirlenerek, haksız çıkan tarafa yargılama giderlerinin yükletilmesi gerekir. Dolayısıyla 6111 sayılı kanundan yararlanmak isteyen bir vergi mükellefinin, davalı idare ile çıkan kanun doğrultusunda sulh olmasından sonra, davacının davasından vazgeçmesini feragat olarak yorumlaması hem kanunun amacına, hem hukukun temel ilkelerine hem de MK 2’de ifadesini bulan ve hukukun tümü için geçerli olan dürüstlük ilkesine aykırıdır[64].

KAYNAKÇA

Akyol-Aslan, Leyla: Davadan Feragat, Ankara 2010.
Alangoya, Yavuz, Yıldırım, M., Kamil., Deren-Yıldırım Nevhis: Medeni Usul Hukuku Esasları, İstanbul 2006.
Albayrak, Hakan: İflasın Kaldırılması, Ankara 2007.
Aldemir, Hüsnü, Hukuk Davalarında Yargılama Giderleri, 2. Baskı, Seçkin Yay., Ankara 2009.
Ansay, Sabri Şakir: Hukuk Yargılama Usulleri, Ankara 1960.
Arslan Ramazan: Medeni Usul Hukukunda Dürüstlük Kuralı, Ankara 1989.
Bilge, Necip/Önen, Ergun: Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, Ankara 1978.
Buz, Vedat: Medeni Hukukta Yenilik Doğuran Haklar, Ankara 2005.
Ermenek, İbrahim, Medeni Usul Hukukunda Davayı Kabul, Ankara 2009.
Kızılot, Şükrü, Zuhal, Kızılot: Vergi İhtilafları ve Çözüm Yolları, Güncellenmiş 19. Baskı, Yaklaşım Yayıncılık, Ankara 2011.
Kuru, Baki : Hukuk Muhakemeleri Usulü C. IV, B. 6., İstanbul 2001.
Kuru, Baki/ Arslan, Ramazan/ Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Ankara 2010,
Kuru, Baki: Hukuk Muhakemleri Usulü, C.III, İstanbul 2001.
Musielak Hans-Joachim: Grundkurs ZPO, 9.Auf. München 2007.
Önen Ergun : Medeni Yargılama Hukukunda Sulh, Ankara 1972
Pekcanıtez Hakan / Atalay Oğuz / Özekes Muhammet: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2011.
Tanrıver, Süha: Mahkeme Huzurunda Yapılan Sulhlar (Makalelerim I, 1985-2005, Ankara 2005, s. 35-52).
Tanrıverdi, Süha: İlamlı İcra Takibinin Dayanakları ve İcranın İadesi, Ankara 1996.
Üstündağ, Saim: Medeni Yargılama Hukuku, İstanbul 2000.
Vasfi, Raşid Seviğ: Mukavelelerin Tasnifi ve B.K. Dışında Bırakılmış Olan Mukaveleler ve Bilhassa Sulh Mukavelesi, AÜHFD, 1949/2-4.

(DİĞER KAYNAKLAR)

_________________                          RG: 04.02.2011, 27836

_______________                              Kazancı Bilişim Yayınları İçtihat Bankası



[1] RG: 25.02.2011, 27857 (Mükerrer).
[2] MADDE 3- (1) Bu Kanunun yayımlandığı tarih itibarıyla ilk derece yargı mercileri nezdinde dava açılmış ya da dava açma süresi henüz geçmemiş olan ikmalen, resen veya idarece yapılmış vergi tarhiyatları ile gümrük vergilerine ilişkin tahakkuklarda; vergilerin/gümrük vergilerinin % 50'si ile bu tutara ilişkin faiz, gecikme faizi ve gecikme zammı yerine bu Kanunun yayımlandığı tarihe kadar TEFE/ÜFE aylık değişim oranları esas alınarak hesaplanacak tutarın; bu Kanunda belirtilen süre ve şekilde tamamen ödenmesi şartıyla vergilerin/gümrük vergilerinin % 50'si, faiz, gecikme faizi, gecikme zammı ve asla bağlı olarak kesilen vergi cezaları/idari para cezaları ile bu cezalara bağlı gecikme zamlarının tamamının tahsilinden vazgeçilir. Bu Kanunun yayımlandığı tarih itibarıyla gümrük vergilerine ilişkin gümrük yükümlülüğü doğmuş ve idari itiraz süresi geçmemiş veya idari itiraz mercilerine intikal etmiş bulunan tahakkuklar hakkında da bu fıkra hükmü uygulanır.
(2) Bu Kanunun yayımlandığı tarih itibarıyla bölge idare mahkemeleri veya Danıştay nezdinde ilgisine göre itiraz veya temyiz süreleri geçmemiş ya da itiraz veya temyiz yoluna başvurulmuş ya da karar düzeltme talep süresi geçmemiş veya karar düzeltme yoluna başvurulmuş olan ikmalen, resen veya idarece yapılmış vergi tarhiyatları ile gümrük vergilerine ilişkin tahakkuklarda, bu maddeye göre ödenecek alacak asıllarının tespitinde, bu Kanunun yayımlandığı tarih itibarıyla tarhiyatın/tahakkukun bulunduğu en son safhadaki tutar esas alınır. Bu Kanunun yayımlandığı tarihten önce verilmiş en son kararın;
a) Terkine ilişkin karar olması halinde, ilk tarhiyata/tahakkuka esas alınan vergilerin/gümrük vergilerinin % 20'si ile bu tutara ilişkin faiz, gecikme faizi ve gecikme zammı yerine bu Kanunun yayımlandığı tarihe kadar TEFE/ÜFE aylık değişim oranları esas alınarak hesaplanacak tutarın; bu Kanunda belirtilen süre ve şekilde tamamen ödenmesi şartıyla, verginin/gümrük vergilerinin kalan % 80'inin, faiz, gecikme faizi, gecikme zammı ve alacak aslına bağlı olarak kesilen vergi cezaları/idari para cezaları ile bu cezalara bağlı gecikme zamlarının tamamının,
b) Tasdik veya tadilen tasdike ilişkin karar olması halinde, tasdik edilen vergilerin/gümrük vergilerinin tamamı ile bu tutara ilişkin faiz, gecikme faizi ve gecikme zammı yerine bu Kanunun yayımlandığı tarihe kadar TEFE/ÜFE aylık değişim oranları esas alınarak hesaplanacak tutarın; bu Kanunda belirtilen süre ve şekilde tamamen ödenmesi şartıyla, faiz, gecikme faizi, gecikme zammı ve alacak aslına bağlı olarak kesilen vergi cezaları/idari para cezaları ile bu cezalara bağlı gecikme zamlarının tamamının,
tahsilinden vazgeçilir. Ancak, verilen en son kararın bozma kararı olması halinde birinci fıkra hükmü, kısmen onama kısmen bozma kararı olması halinde ise onanan kısım için bu fıkranın (b) bendi, bozulan kısım için birinci fıkra hükmü uygulanır.
(3) Bu Kanunun yayımlandığı tarih itibarıyla sadece vergi cezalarına/gümrük yükümlülüğüyle ilgili idari para cezalarına ilişkin dava açılmış olması halinde;
a) Asla bağlı cezaların, verginin/gümrük vergilerinin bu Kanunun yayımlandığı tarihten önce ödenmiş olması veya 2 nci maddeye ilişkin olarak bu Kanunda belirtilen süre ve şekilde ödenmesi şartıyla, tamamının ve bunlara bağlı gecikme zamlarının,
b) Asla bağlı olmaksızın kesilen vergi cezalarından/gümrük yükümlülüğüyle ilgili idari para cezalarından bu maddenin birinci fıkrasında belirtilen safhada olanlarda cezanın
% 25'inin, ikinci fıkrasının; (a) bendinde belirtilen safhada olanlarda cezanın % 10'unun, (b) bendinde belirtilen safhada bulunanlarda tasdik edilen ceza tutarının % 25'inin, bu Kanunda belirtilen süre ve şekilde tamamen ödenmesi şartıyla kalan cezaların,
tahsilinden vazgeçilir. Bu fıkranın (b) bendi hükmü tarh edilen vergi ile birlikte dava konusu edilen asla bağlı olmaksızın kesilen vergi cezaları için de uygulanır.
(4) Bu Kanunun yayımlandığı tarih itibarıyla üçüncü fıkra kapsamı dışında kalan ve bu Kanunun 1 inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamına giren idari para cezalarına ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı dava açma süresi geçmemiş veya dava açılmış olması halinde; kesilen idari para cezalarından ilk derece yargı merciinde ihtilaflı olanlarda cezanın % 50'si, ilk derece yargı merciinin cezayı kaldırdığı ancak itiraz veya temyiz merciinde yargılamanın devam ettiği safhada olanlarda cezanın % 20'si, ilk derece yargı merciinin kısmen veya tamamen onayladığı cezalarda onaylanan kısmın % 50'si ile bu tutara faiz, gecikme faizi, gecikme zammı gibi fer'i amme alacakları yerine, bu Kanunun yayımlandığı tarihe kadar TEFE/ÜFE aylık değişim oranları esas alınarak hesaplanacak tutarın; bu Kanunda belirtilen süre ve şekilde tamamen ödenmesi şartıyla kalan cezalar ile bu cezalara bağlı fer'i alacakların tamamının tahsilinden vazgeçilir.
(5) Bu Kanunun kapsadığı dönemlere ilişkin olarak bu Kanunun yayımlandığı tarihten önce pişmanlık talebi ile verilip, ödeme yönünden şartların ihlal edildiği beyannameler ile kendiliğinden verilen beyannameler için kesilen ve bu Kanunun yayımlandığı tarih itibarıyla dava açma süresi geçmemiş olan vergi cezaları için üçüncü fıkra hükmü uygulanır.
(6) Bu Kanunun kapsadığı dönemlere ilişkin olarak iştirak, teşvik ve yardım fiilleri nedeniyle kesilen vergi cezalarında, cezaya muhatap olanlar bu madde hükmünden üçüncü fıkranın (b) bendinde açıklandığı şekilde yararlanır.
(7) Bu maddeye göre ödenecek alacakların tespitinde esas alınacak olan en son karar, tarhiyata/tahakkuka ilişkin verilen ve bu Kanunun yayımlandığı tarihten önce (bu tarih dâhil) taraflardan birine tebliğ edilmiş olan karardır.
(8) Bu Kanunun yayımlandığı tarih itibarıyla; uzlaşma hükümlerinden yararlanılmak üzere başvuruda bulunulmuş, uzlaşma günü verilmemiş veya uzlaşma günü gelmemiş ya da uzlaşma sağlanamamış ancak, dava açma süresi geçmemiş alacaklar da bu madde hükmünden yararlanır.
(9) Maliye Bakanlığına bağlı tahsil dairelerince takip edilmekte olan amme alacaklarından yıllık gelir veya kurumlar vergilerini, gelir (stopaj) vergisi, kurumlar (stopaj) vergisi, katma değer vergisi ve özel tüketim vergisi için bu madde ile 2 nci madde hükmünden yararlanmak üzere başvuruda bulunan mükellefler, taksit ödeme süresince bu vergi türleri ile ilgili verilen beyannameler üzerine tahakkuk eden vergileri çok zor durum olmaksızın her bir vergi türü itibarıyla bir takvim yılında ikiden fazla vadesinde ödememeleri ya da eksik ödemeleri halinde belirtilen madde hükümlerine göre yapılandırılan borçlarına ilişkin kalan taksitlerini ödeme haklarını kaybederler.
(10) Bu madde hükmünden yararlanılması için madde kapsamına giren alacaklara karşı dava açılmaması, açılmış davalardan vazgeçilmesi ve kanun yollarına başvurulmaması şarttır.
(11) Bu madde hükmünden yararlanmak için başvuruda bulunan ancak bu Kanunda belirtilen ödeme şartını yerine getirmeyen borçlulardan ilk tarhiyata/tahakkuka göre belirlenen alacaklar başka bir işleme gerek olmaksızın takip edilir. Şu kadar ki, bu Kanunun yayımlandığı tarihten önce verilmiş olan en son yargı kararının, tarhiyatın/tahakkukun tasdikine ilişkin olması halinde bu karar üzerine tahakkuk eden alacaklar takip edilir.
[3] Örneğin bir yerel mahkeme kararında, “Dava dosyasının incelenmesinden; davalı idarenin Mahkememiz kayıtlarına 30.03.2011 tarihinde giren 29.03.2011 tarih ve 13135 sayılı yazısında, davacının 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 3. maddesi kapsamında başvuruda bulunarak dava konusu borcun yapılandırılmasını talep ettiği bildirildiğinden ve bakılan davadan vazgeçtiğini belirten 28.03.2011 tarih ve 18272 sayılı davacı dilekçesinin de Mahkememize ibraz edildiği görüldüğünden, vazgeçme nedeniyle konusu kalmayan davanın esası hakkında karar verilmesine gerek bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, konusu kalmayan davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına” karar verilmiştir (Adana 1. Vergi Mahkemesinin 30.03.2011 tarih ve 2010/1321 E., 2011/271 K.)(Karar yayımlanmamıştır).
[4] Danıştay 3. Dairesinin bir kararında, “Davalı idarenin 25.04.2011 gün ve 19848 sayılı yazısıyla davacının 6111 sayılı Yasadan faydalandığı bildirildiğinden, konusu kalmayan istem hakkında karar verilmesine yer olmadığına 05.07.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verilmiştir” (Dan. 3. D., 23.06.2011 tarih ve 2009/2513 E, 2011/3406 K.)(Karar yayımlanmamıştır) denilmekte ve yine Danıştay’ı 9. Dairesinin kararında, “Davalı idarenin 3.5.2011 gün ve 14057 sayılı yazısında: davacının kamu borcunu 6111 sayılı Kanun hükümlerinden yararlanarak ödemek istediği ve davadan vazgeçtiği hususlarını içeren dilekçe verdiği bildirildiğinden ve yazı ekinde dilekçenin de yer aldığı görüldüğünden, istem hakkında karar verilmesine yer olmadığına 15.6.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi” (Dan. 9. D. 15.06.2011 tarih ve 2009/1603 E, 2011/3741 K.) (Karar yayımlanmamıştır).
[5] Gelir İdaresi Başkanlığının 07.07.2011 tarih ve B.07.1.GİB.0.20.36-110(3630-2) sayılı iç genelgesi.
[6] RG: 04.02.2011, 27836. Yasa, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe girecektir.
[7] Maddi hukuktaki tasarruf özgürlüğü, medeni usul hukuku alanında, tarafların uyuşmazlığı başlatmak, uyuşmazlığın konusunu belirlemek, uyuşmazlığı sürdürmek veya sona erdirmek şeklinde kendini gösterir. Dolayısıyla maddi hukuktaki tasarruf özgürlüğü veya irade serbestisi ilkesi medeni usul hukuku alanında tasarruf ilkesi olarak adlandırılmaktadır. Medeni usul hukukunda, kural olarak tasarruf ilkesi geçerlidir. HMK ile birlikte artık medeni usul hukukuna hakim olan ilkeler HMK m. 24-33 arasında açıkça düzenlenmiştir. (Akyol-Aslan, Leyla: Davadan Feragat, Ankara 2010; Pekcanıtez Hakan / Atalay Oğuz / Özekes Muhammet: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2011, s. 239).
[8] Kuru, Baki : Hukuk Muhakemeleri Usulü C. IV, B. 6., İstanbul 2001 s. 3545.
[9] “Anayasanın 31. maddesi hükmünce “herkes, meşru bütün vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir”. Bu bir temel hak olarak Anayasada almış bir ilkedir. Aynı ilke hiç kimsenin yargı mercileri önünde davacı olarak dava açmaya zorlanamayacağı kuralını da kapsar. Bu esaslar yer yer usul kanunlarında da düzenlenmiştir. HUMK’ un 79. maddesi hükmünce “ kanunen sarahat olmadıkça hiç kimse kendi lehine olan davayı ikameye ve hakkını talebe icbar olunamaz. Aynı yönde usulün 91. ve bunu izleyen maddelerinde de feragat müessesesi düzenlenmiştir. O halde bu esaslardan hareket olunduğunda bir kimsenin davasından vazgeçebilmesinin az önce açıklanan Anayasal ve yasal hakların sonucu olduğunun kabulü gerekir.” HGK. 24.6.1977, 12/20533-658, (YKD.1978/2, s.171-176).
[10] Kuru, C. IV, s. 3545; Akyol-Aslan, s. 66; Tanrıverdi, Süha: İlamlı İcra Takibinin Dayanakları ve İcranın İadesi, Ankara 1996, s. 115 dn. 102.
[11]“ Davadan feragat ile davacı, davalıya karşı ileri sürdüğü talebin mevcut olmadığını, buna göre dava dilekçesinin dayanaksız ve hak iddiasının haksız olduğunu açıklamasıdır”(Musielak Hans-Joachim: Grundkurs ZPO, 9.Auf. München 2007, s. 156, Rn. 247). “Davadan Feragat, iki taraftan birinin (davacının) talep sonucundan vazgeçmesidir” Kuru, Baki/ Arslan, Ramazan/ Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Ankara 2010, s. 545. “Davadan feragat, davacının neticei talebinden kısmen veya tamamen mevcut olmadığı hususunda mahkemeye sözlü veya dilekçe ile yaptığı tek taraflı bir beyandır” Alangoya, Yavuz,/Yıldırım, M., Kamil/ Deren-Yıldırım, Nevhis: Medeni Usul Hukuku Esasları, İstanbul 2006, s. 456. “Mahkeme huzurunda yapılan feragat, görülmekte olan bir davanın davacısının, mahkemeye yönelik tek taraflı bir irade açıklaması ile talep sonucundan kısmen ya da tamamen vazgeçtiğini bildirmesidir”.   Tanrıver, İlamlı İcra, s. 115.  
[12]Feragatin hukuki niteliği konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadır. Bir görüşe göre feragat bir usul hukuki işlemidir. Diğer görüşe göre ise feragat maddi hukuk işlemidir. Ancak bizimde katıldığımız görüşe göre mahkeme huzurunda yapılan feragatlar, ne saf bir usul hukuku işlemi, ne de saf bir maddi hukuk işlemidir. Aksine, bunların her ikisini de ihtiva eden, hem usul hukukunun hem de maddi hukukun özelliklerini bünyesinde taşıyan, bir başka ifadeyle, bir ayağı maddi hukukta diğer ayağı ise usul hukuku alanında olan karma karakterli (çift karakterli) bir hukuki işlemdir. (Kuru, C.IV, s. 3547, Üstündağ, Saim: Medeni Yargılama Hukuku, İstanbul 2000, s. 572, Akyol-Aslan, s. 191 vd., sulh hakkında aynı yaklaşım için bkz. Önen Ergun : Medeni Yargılama Hukukunda Sulh, Ankara 1972, s. 36 vd., kabul hakkında aynı yaklaşım için bkz. Tanrıver, s. 107-108, Ermenek, s. 41). 
[13] Akyol-Aslan, s. 68.
[14] Üstündağ, s. 803-804; Alangoya/Yıldırım/Deren-Yıldırım, s. 475-476; Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 176; Akyol-Aslan, s. 132.
[15] Akyol-Aslan, s. 134.
[16] Yenilik doğuran hakların en önemli özelliklerinden biri ise, şarta bağlı olarak yapılamamalarıdır(Buz, Vedat: Medeni Hukukta Yenilik Doğuran Haklar, Ankara 2005, s. 258.
[17]“…Feragat dava konusu edilen haktan vazgeçmedir. Kural olarak her davadan vazgeçme mümkündür. Vazgeçme nedeniyle davanın reddedilmesi halinde aynı hakka ilişkin yeniden dava açılamaz. Açılan davanın kesin hüküm nedeniyle reddedilmesi gerekir. Dava konusu haktan vazgeçildikten sonra dava derdest iken yeniden aynı konuda dava açılması da mümkün değildir. Davacının davasından feragat etmesinin sonucu bu nedenle önemli olduğundan, davacının beyanından gerçek amacının açılan davadan feragat etmek olduğunun açıkça anlaşılması gerekir. davadan feragat ile dava konusu uyuşmazlık esastan sona erdiğinden, şarta bağlı feragat geçerli değildir. Yani şarta bağlı feragat ile dava sona ermez. Bu nedenle feragatin kayıtsız şartsız bir irade beyanını ortaya koyması gerekir…” (14. HD. 20.01.2003, 9403/143: YKD 2005/4 s. 556-558).
[18] Kuru, C. IV., s. 3591, Önen, Sulh, s. 33
[19] Önen, Sulh, s. 34
[20] Akyol-Aslan, s. 71.
[21] Kuru/Aslan/Yılmaz, Ders Kitabı 2010, s. 323; Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 336.; Alangoya/Yıldırım/ Deren-Yıldırım, s. 457.
[22] Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 336.
[23] “…dilekçe niteliği ve içeriği itibariyle usulün 185. Maddesi hükmüne göre davayı “atiye” bırakma anlamındadır. Mahkemenin bu dilekçeyi feragat olarak nitelendirmesi doğru değildir. Kaldı ki, usulün 93 ve onu izleyen maddeleri hükmünde tanımlanmasını bulan “feragat” kayıtsız ve koşulsuz olmalıdır. Hal böyle olunca davacının davadan ve hakkın özünden feragat etmediğinin kabulü gerekir.” 7. HD, 14. 04.2005, 1264/1127(MİHDER 2005/2, s. 461-462).
[24] Alangoya/Yıldırım /Deren-Yıldırım, s. 457.
[25] Ancak çeşitli kanun hükümlerinde sulhtan söz edildiği görülmektedir. Örneğin bkz., HUMK m. 63, 151, 213, 513-515; İİK. m.38, 226/2, MK. m.306/4
[26] Tanrıver, Süha: Mahkeme Huzurunda Yapılan Sulhlar (Makalelerim I, 1985-2005, Ankara 2005, s. 35-52), s. 36. Önen, Sulh, s. 23
[27] Bu konuda geniş bilgi için bkz.; Ermenek, İbrahim: Medeni Usul Hukukunda Davayı Kabul, Ankara 2009.
[28] Tanrıver, Sulh, s. 35.
[29] Tanrıver, İlamlı İcra, s. 84; Önen, Sulh, s. 27
[30] Önen, Sulh, s. 27; “... Sulh maddi hukuk bakımından borcu ve usul hukuku bakımından davayı sona erdiren bir sözleşmedir.” 4. HD. 26.2.1979, 5666/2516(YKD 1980/1,s.36)
[31] Vasfi, Raşid Seviğ: Mukavelelerin Tasnifi ve B.K. Dışında Bırakılmış Olan Mukaveleler ve Bilhassa Sulh Mukavelesi, AÜHFD, 1949/2-4, s.148; Önen, Sulh, s. 44; Ansay, Sabri Şakir: Hukuk Yargılama Usulleri, Ankara 1960, s. 185; Bilge, Necip/Önen, Ergun: Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, Ankara 1978, s. 356; Kuru/Arslan/Yılmaz, s. 557.
[32] Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 549.
[33] Kuru/Arslan/Yılmaz, s. 556.
[34]Önen, Sulh, 134, 157; Tanrıver, Sulh, s. 46; Üstündağ, s. 581; Tanrıver, İlamlı İcra, s. 96-97; Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 549. Arslan-Leyla, s. 86. Kabul konusunda aynı görüş için bkz.; Ermenek, s. 99.
[35] Tanrıver, Sulh, s. 46.s
[36] Kuru/Aslan/Yılmaz, s. 554.
[37] Yargıtay 3. HD. 01.07.1985 tarih ve 1985/1236 E., 1985/4745 K (Kazancı Bilişim Yayınları İçtihat Bankası).
[38] 4 HD 13.9.1976, 8766/7444 (Kuru, C.IV, s. 3769)
[39] 4 HD 20.12.1978, 3672/14532 (Kuru, C.IV, s. 3769)
[40] Yargıtay HGK. 22.06.1983 tarih ve 1980/4-2329 E., 1983/699 K. (Kazancı Bilişim Yayınları İçtihat Bankası).
[41] HUMK’un 94. maddesinde aynı şekilde, “Feragat veya kabul eden taraf mahkum olmuş gibi masarifi muhakemeyi tediyeye mecburdur” denilmektedir.
[42] Önen, Sulh, s. 167.
[43] Aldemir, Hüsnü, Hukuk Davalarında Yargılama Giderleri, 2. Baskı, Seçkin Yay., Ankara 2009, s. 150.
[44] Aldemir, s. 150.
[45] Yargıtay 21. HD. 10.03.2005 tarih ve 2005/1044E., 2005/2254 K(Kazancı Bilişim Yayınları İçtihat Bankası).
[46] Yargıtay 13. HD. 14.04.2003 tarih ve 2002/14828 E., 2003/4352 K(Kazancı Bilişim Yayınları İçtihat Bankası).
[47] Yargıtay 18. HD. 22.09.2006 tarih ve 2006/6823 E., 2006/6738 K(Kazancı Bilişim Yayınları İçtihat Bankası).
[48] Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 552.
[49]İflasın kaldırılması için geniş bilgi için bkz.; Albayrak, Hakan: İflasın Kaldırılması, Ankara 2007.
[50] Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 552.
[51] Kuru, Baki: Hukuk Muhakemleri Usulü, C.III, İstanbul 2001, s. 3018.
[52] 5 HD 1.3.1977, 1048/1330 ( Kuru, C. III, s. 3039).
[53] 2. HD 20.5.1976, 4126/4348 ( YKD 1979/4, s. 475-476)
[54] 4. HD 31.3.1975, 536/4248 (Kuru, C.III, s. 3019)
[55] 4. HD. 12.1.1976, 9661/288(Kuru, C.III, s. 3019)
[56] Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 552.
[57] Aldemir, s. 157.
[58] Yargıtay 13. HD. 30.09.1999 tarih ve 1999/7094 E., 1999/6850 K(Aldemir, s. 157).
[59] 5. HD 1.3.1977, 1048/1330 (Kuru, C.III, s. 3039).
[60] Nitekim Yargıtay aynı yönde kararlarına devam etmiştir. “…sözü geçen hükümleri Anayasa Mahkemesinin 12.10. 1976 günlü kararı ile iptal edilmiş bulunmasına göre, bilirkişi incelemesi yaptırılmadan davanın reddine karar verilmesinde kanuna aykırı bir cihet bulunmadığı gibi dava sonradan hasıl olan hukuki durum nedeni ile reddedilmiş olmasına nazaran davalı taraf lehine vekalet ücreti hükmedilmemiş olmasında da bir isabetsizlilik görülmemiştir.”(5. HD. 14.3.1977, 1465/1714(YKD 1977/9, s. 1233-1234).  Yine bir başka kararda da, Yargıtay aynı yönde karar vermiştir. “Davacı (MSB) avukatı, davalının 10192 lira değerindeki askeri eşyayı kaybettiğini ileri sürerek parasının alınmasını istemiştir. kararın verilmesinden (davanın açılmasından) sonra yürürlüğe giren 1803 sayılı Af Yasasının 17. Maddesi uyarınca askeri hizmetin görülmesi sırasında asker kişilerin meydana getirdikleri Hazine zararlarının takip ve tahsili olanağı yoktur. Davanın reddi bu nedenle ve sonucu bakımından doğrudur…sözü edilen kanun uyarınca takip ve tahsil olanağı bulunmayan bir alacak için davalı yararına avukatlık parası takdiri gerekmeyeceğinden kararın buna ilişkin bölümünün bozulması gerekir”.(4. HD 31.3.1975, 536/4248, Kuru, C.III, s. 3040).
[61] Kuru, C.III, s. 3040-3041.
[62] 2. HD. 7.11.1974, 7159/5699(Konya BD 1975/6, s. 51).
[63] Gelir vergisi ile ilgili uyuşmazlıkların yaklaşık %75’i, kurumlar vergisi ile ilgili uyuşmazlıkların ise yaklaşık %85’i mükellef lehine sonuçlanmaktadır (Kızılot Şükrü/ Kızılot Zuhal: Vergi İhtilafları ve Çözüm Yolları, Güncellenmiş 19. Baskı, Yaklaşım Yayıncılık, Ankara 2011, s. 97.).
[64] Bu konuda geniş bilgi için bkz.; Arslan Ramazan: Medeni Usul Hukukunda Dürüstlük Kuralı, Ankara 1989, s. 94-104.


Hiç yorum yok: