28 Mayıs 2008 Çarşamba

Güven Sorumluluğu-kambiyo hukuku sorumluluğu

BİR İSVİÇRE FEDERAL MAHKEMESİ KARARI IŞIĞI ALTINDA HUKUKİ GÖRÜNÜM SORUMLULUĞU, GÜVEN SORUMLULUĞU VE KAMBİYO HUKUKU SORUMLULUKLARININ KARŞILAŞTIRILMASI

Not: Bu makale Prof. Dr. Saim Üstündağ'a Armağan'da yayınlanmıştır.

“ius est ars aequi et bonim”[1]


BİR İSVİÇRE FEDERAL MAHKEMESİ KARARI IŞIĞI ALTINDA HUKUKİ GÖRÜNÜM SORUMLULUĞU, GÜVEN SORUMLULUĞU VE KAMBİYO HUKUKU SORUMLULUKLARININ KARŞILAŞTIRILMASI
A. GİRİŞ

21 Temmuz 2002[2] de yayınlanan kararla Federal Mahkeme güven sorumluluğu kurumunu yeni bir biçimde ele almıştır. Özellikle Federal Mahkeme güven sorumluluğu ile hukuki görünüm ilkelerinin çıkış noktalarının doğruluk ve güven kuralları olduğu ve bu nedenle ikisi arasında herhangi bir ayrıma gitmenin gereksiz olduğuna karar vermiştir.
Karara konu olay da, hamil vadesi geldiğinde üzerinde kabul imzası bulunan poliçe bedelini ödemesi için muhataba başvurmuştur. Muhatap ise sahte imza definde bulunmuştur. Mahkeme tarafından yapılan incelemede imzanın sahte olduğuna karar verilmiştir. Ancak hamil muhataba poliçe bedelini ödemesi için başvurmadan önce, muhataptan senet altındaki imzanın kendisine ait olup olmadığına ilişkin bilgi sormuş, muhatap ise imzanın geçerli olduğuna dair bilgi vermiştir. Bu bilgi alışverişinin ispatına ilişkin bir anlaşmazlık yoktur. Alt derece mahkemesi her ne kadar sahte imza defi mutlak bir defi olsa ve herkese karşı ileri sürülebilse de davalı muhatabı, yanlış bilgilendirme nedeniyle karşı tarafta oluşturmuş olduğu güvene dayanarak senet bedelinin ödemeye mahkûm etmiştir. Federal Mahkeme de bu kararı onamıştır.
Güven sorumluluğu ilkesi aslında Kıta Avrupa Hukuk çevresi tarafından çok bilinen bir kavramdır. Kıta Avrupası çevresindeki mahkemelerdeki yargıçlar tarafından cesaretli bir biçimde kararlarda uygulanmaktadır. Doktrinde güven sorumluluğu ilkesinin temelleri üzerinde oldukça kapsamlı ve çok çalışma yapmıştır. Benzer şekilde hukuki görünüm ilkesi de aynı derecede bilinen ve uygulanan hatta güven sorumluluğundan daha eski bir kavramdır. Ancak bu iki hukuk ilkesi arasında bazı benzerlikler olsa da aslında farklı ilkeler olup, farklı hukuki menfaatleri korumaktadır. Aynı şekilde bu iki ilke gerek sebepleri gerekse sonuçları bakımından da farklıdır.
Çalışmamızda önce Federal Mahkemenin vermiş olduğu karara dayanak olay ile bu olay ile ilgili mahkemenin görüşleri özetlenecektir. Daha sonra güven sorumluluğu, hukuki görünüm sorumluluğu ve kambiyo hukukundan doğan sorumluluk kısaca ana hatları ile incelenmeye çalışılacaktır. Çalışmamız tüm anlatılanların değerlendirilmesi ve görüşümüzün açıklanması ile son bulacaktır.
B. DAVA KONUSU OLAY, FEDERAL MAHKEMENİN GÖRÜŞLERİ VE SORUNUN ORTAYA KONULUŞU
I. DAVA KONUSU
Davacı ve temyiz davasının davalısı B.AG 22.06.1996 tarihinde, iş ilişkisi çerçevesinde C Limited şirketinden iki adet emre düzenlenmiş 205.750 İsviçre Frangı (264000 USD) poliçeyi ciro yoluyla almıştır. Poliçede davalı ve temyiz davasının davacısı olan A.SA muhatap olarak gösterilmiş ve davalının tek yetkili temsilcisi D tarafından imzalanmıştır. Poliçenin iktisabından sonra ancak poliçe nedeniyle muhataba başvurulmasından önce B.AG, A.SA’ya İsviçre Frangı ile düzenlenen senedin fotokopisini sunarak, imzanın doğruluğunun onaylanması ve imza atanın tek başına yetkili olup olmadığının doğrulanması için başvurmuştur.
D faks yazısı aracılığıyla B.AG’ye 205.700 “DEM’lik” poliçenin varlığını ve tek başına temsile yetkili olduğunu ayrıca imzanın orijinal olduğunu faksı imzalayarak bildirmiştir. Ancak faks yazısında adı geçen para biriminin poliçedeki para birimine uymaması üzerine B.AG telefonla D’ye bunu bildirmiştir. D ise yeniden faks yazısı ile poliçedeki para biriminin İsviçre Frangı olduğunu onaylamıştır. Cevap yazısı önce C limited şirketine sonra B.AG ye ulaşmıştır.
Her iki poliçe süresi içinde ödenmek için ibraz edildiğinde herhangi bir sonuç alınamamış ve bunun üzerine bir protesto düzenlenmiştir. A.SA poliçe üzerindeki D’nin imzasının gerçekliğini inkâr etmiştir. Bunun sonucunda B.AG Zürich Kantonu Ticaret Mahkemesine dava açmıştır. Ticaret mahkemesi tarafından atanan bilirkişi, D tarafından atılan imzanın kesine yakın bir ihtimalle sahte olduğu sonucuna varmıştır. Buna rağmen Ticaret mahkemesi A.SA’yı 205.750 senetten dolayı yaratmış olduğu hukuki görünüm nedeniyle güven sorumluluğuna dayanarak sorumlu tutmuştur. A.SA bu hükmü temyiz yoluyla Federal Mahkemeye götürmüş, B.GA ise başvurunun reddini talep etmiştir.
II. FEDERAL MAHKEMENİN GÖRÜŞLERİ
Mahkeme önce davalı ve yerel mahkemenin görüşlerine değinmiştir. Daha sonra mahkeme sahte imza atılarak düzenlenen senedin sonradan kabul edilip edilemeyeceğini incelemiştir. Ayrıca bir hukuki görünüme neden olunup olunmadığı incelenmiş ve buna bağlı olarak da hukuki sonuçlara ilişkin konularda görüş bildirilmiştir. Sonuçta temyiz talebini reddederek Zürich Kantonu Ticaret Mahkemesinin kararını onamıştır.
1. Davalı ve Yerel Mahkemenin Görüşleri
Ticaret Mahkemesi, sahte imza ile düzenlenmiş bir senedin sözde imzalayanlar tarafından zımnen kabul edilmesi ile düzenli olarak keşide edilmiş bir kıymetli evraka dönüşemeyeceği sonucuna varmıştır[3]. Buna karşın Ticaret Mahkemesi sözde kabul edenlerin sorumluluğunu hem hukuki görünüm yaratma temeline hem de doğruluk ve güven kurallarına dayandırarak kabul etmiştir. Federal Mahkeme yerel mahkemenin görüşlerini özetleyerek şu şekilde belirtmiştir[4]: “Sonradan verilen rıza temel anlaşmanın (Begebungsvertrages) oluşmasına neden olmaz. Öğretinin bir kısmı tarafından savunulan, yetkisiz bir temsilciye sonradan verilen onayın kıyas yolu ile sahte imza atılan bir senede de sonradan verilen onay durumunda da uygulanması ikna edici değildir. Somut olayın incelenmesinde reddedilmelidir. Yerel mahkeme, davalının 205.750 SFR senet bakımından davranışlarını hem neden olunan hukuki görünüm nedeni ile senet hukukuna ilişkin sorumluluktan hem de doğruluk ve güven kurallarından dolayı sorumlu tutmuştur. Davacının senet üzerindeki imzanın geçerliliği hakkındaki talebi yanlış anlamaya yer vermeyecek şekilde 30 Haziran 1996 tarihinde ulaşmıştır. Buna rağmen davalının yetkili temsilcisi yanlışlığı bildiği halde yazısında bundan hiç bahsetmemiş hatta olumlu bir cevabın anlaşılmasına pozitif bir biçimde katkıda bulunmuştur. Yazı önce davacıya değil de C GmbH’ye ulaşsa da, davalı davacının talebinin davacıya ulaştığını tanımak zorunda kalmıştır. Davalı sadece susma yolu ile değil aynı zamanda aktif davranışları ile de bir hukuki görünüm yaratmıştır. Bu şekilde davacı, imzanın doğruluğu hakkında hataya düşürülmüştür.”
Davalı ise Federal Mahkemenin BGE 41 II 369 ff. kararına ve teorideki hukuki görünüş sorumluluğu ile ilgili görüşlere de atıfta bulunarak sahte imza definin mutlak karakterli olduğunu ve herkese karşı ileri sürülebileceğini, sahte imza nedeni ile oluşan rizikonun hamiller tarafından taşınmak zorunda olunduğunu, adı geçenlerin (Namenstrager) senet bedelinden sorumlu tutulamayacağını savunmuştur[5].
2. Federal Mahkemenin Sahte İmzalı Kambiyo Senedine Sonradan Onay Verilmesi Hakkındaki Görüşleri
Federal mahkeme önce davalının atıfta bulunduğu (BGE 41 II 369 ff.) kararı incelemiştir: “BGE 41 II 369 kararı 1930 tarihindeki senet hukukunun yeknesaklaştırılması hakkındaki Cenevre Sözleşmesinin yürürlüğe girmesinden önceki mevcut kurallara dayanarak verilmiştir. Federal mahkeme bu kararda sahte imzalı bir senede sonradan verilen onay (nachtragliche Genehmigung) ile kambiyo senedine ilişkin bir etki (wechselrechtlicher Wirkung) doğmayacağına, kambiyo hukukuna ilişkin bir sorumluluğun (wechselmassige Verplichtung) sadece kişinin düzenli bir biçimde atılmış (Formalakt) kendi imzası ile doğacağına karar vermiştir. Buna rağmen Federal Mahkeme keşideciyi haksız fiil (deliktische Haftung) sorumluluğundan sorumlu tutmuştur.”[6]
Daha sonra Federal Mahkeme buradaki sorumluluğun haksız fiil sorumluluğu olamayacağını belirtmiş ancak sahte imzalı bir senedin sözde imzalayanlar tarafından sonradan onay verilmesi ile düzenli olarak keşide edilmiş bir senet haline dönüşüp dönüşmeyeceği sorununa kararda açıkça değinmemiştir[7]. Mahkeme yerleşik içtihatlarında belirttiği gibi, kambiyo hukukuna ilişkin bir yükümlülüğün ancak imzalayan tarafından kendi eliyle şekline uygun olarak atılan imza ile doğabileceğini savunmuştur[8]. Federal mahkeme de dolaylı olarak, öğretinin bir kısmının savunduğu görüş olan, sahte imzalı bir senedin adı geçen kimse tarafından sonradan onay verilmesi ile kanuna uygun bir biçimde düzenlenmiş senet haline geleceği görüşüne Ticaret mahkemesi gibi karşı durmuştur[9].
3. Federal Mahkemenin Neden Olunan Hukuki Görünümden Doğan Sorumluluk Hakkındaki Görüşleri
Sonuç olarak Federal Mahkeme, genel olarak uyandırılan ve hayal kırıklığına uğratılan güvenin (erwectem und enttauschtem Vertrauen) etki ve şartlarına ilişkin görüşünü beyan etmiştir. Bu sorumluluğun nedeni kendisinden hak talep edilen kişinin bilinçli kurallara uygun bir biçimde isnat edilebilir davranışlarda bulunması nedeniyle oluşan özel bir bağdır(Sonderverbindung)[10]. Bu davranış, zarara uğratılan kişinin somut ve belirli beklentilerini uyandırmaya uygun olmalıdır(shutzwürdiges Vertrauen)[11]. Bu özel bağ Art. 2 ZGB de bulunan doğruluk ve güven kurallarına(Treu und Glauben) dayalı koruma ve açıklama yükümlüğünden(Schutz- und Aufklarungspflichten) kaynaklanmaktadır[12].
Federal Mahkeme bu nitelikli özel bağı haksız fiil sorumluluğundan ayırmıştır: “ Bu özel bağ tesadüfî ve istenmeden rasgele karşılaşılan kişilerin oluşturduğu haksız fiil sorumluluğundan ayrılır. Taraflar sözleşme bağının dışında hukuki olarak birbirlerine özel bir yakınlıkta bulunurlar, bu durumda bunların karşılıklı olarak güven sağlamaları gerekmekte ayrıca güven talep edebilmeleri de gerekmektedir.”[13]
Mahkeme kambiyo hukukundaki hukuki görünümü de şu şekilde ifade etmiştir: “Hueck/Canaris’e göre isnat edilebilir bir şekilde gerçekliğin teyit edilmesi hukuki görünüş olgusunu sağlar, böylece hukuki görünüm sorumluluğunun(Rechtsscheinhaftung) koşulları oluşur. Bu yazarlar için aynı şey bir sorunla ilgili susma içinde geçerlidir. İlgilinin davranışı ile görünüş olgusu arasındaki bağın kesildiği bu durumlar, normalde mutlak olan ve senedi iyi niyetle edinen kişilere karşı da ileri sürülebilen isnat defilerinin istisnasını oluştururlar. Çünkü görünüşte borçlu gözüken kişi hukuki görünüşü kendisine isnat edilebilir şekilde sebebiyet vermemiştir.”[14]
Mahkeme ayrıca şunu savunmaktadır: “…doğruluk ve güvenden doğan sorumluluk(Treu und Glauben) ile hukuki görünümden doğan sorumluluk(veranlasstem Rechtsschein) arasındaki sınırı çizmek gerekli değildir. Senet hukukundaki hukuki görünüm ilkesi güven ilkesi prensibinin bir başka kelime(mit anderen Worten) ile ifadesidir.”[15]
Davalının bu sahte imzayı en baştan bilmesine rağmen senedin varlığını ve D’nin yetkili olduğunu onaylaması bu nitelikli özel bağın (qualifizierten Sonderverbindung) oluşmasına neden olmuştur[16]. Bu davranışı ile davalı organı D üzerinden bir özel bağa sahiptir ve böylece uyandırılan ve hayal kırıklığına uğratılan güven bu sorumluluğun temeli olmuştur[17]. Ayrıca Federal Mahkeme böyle bir sorumluluğun hukuki sonuçları ile ilgili şunları tespit etmiştir: “…Davalı davacıda uyandırmış olduğu güven nedeniyle oluşan zarardan sorumludur. Bu sorumluluk sözleşme sorumluluğu kurallarına dâhil edilmelidir, ancak genel olarak ifade edilmek istenirse bu özel bağ senedin hamili ile senedin muhatabı arasında başarısız olan bir talimat ilişkisi çerçevesinde oluşmaktadır. Bu özel bağ özel olarak ifade edilmek istenirse, muhatap tarafından kabulün reddedilmesinden dolayı muhatap ile senet hamili arasında bir tedavül anlaşması (Begebungsvertrag) oluşmamıştır.”[18]
Görüldüğü üzere Federal Mahkeme muhatap ile hamil arasında bir tedavül anlaşmasının oluşmadığına, oluşan zararın uyandırılmış olan güven nedeniyle ilişkilendirilen özel bağdan kaynaklanması gerektiğine karar vermiştir.
4. Sonuç ve Sorunun Ortaya Konuluşu
Federal mahkeme yerel mahkemenin hükmünü teyit ederek davalıyı kendisinin sebebiyet verdiği hukuki görünümden dolayı senet bedelinden sorumlu tutmuş, davalının temyiz başvurusunu tamamen reddetmiştir.
Netice olarak karar doğru olmakla birlikte gerekçede sıkıntılar vardır. Sorun Federal Mahkemenin hukuki görünüm sorumluluğu ile güven sorumluluğunu ayırmaması ve kambiyo hukukundan doğan sorumluluğun net olarak açıklanmamasıdır. Bu ayrım net olarak yapılmadığı için muhatabın oluşan zarardan mı yoksa senet bedelinden mi sorumlu tutulacağının temellendirilmesi yapılamamıştır. Eğer muhatap sadece oluşan zarardan sorumlu tutulacak ise sorumluluğun kaynağı doğruluk ve güven kuralları kaynaklı güven sorumluluğu ilkesi(Vertraunshaftungs) yok eğer senet bedelinden sorumlu tutulacak ise bu sorumluluğun kaynağı yaratılan hukuki görünüm nedeniyle oluşan hukuki görünüm sorumluluğu olacaktır. Çünkü güven sorumluluğunun karşılığı tazminat sorumluluğudur. Yani güveninin boşa çıkması nedeniyle oluşan zarardır. Bu zararın miktarının ispatlanması gerekir. Ancak hukuki görünüm sorumluluğunda durum farklıdır. Burada işlem hukuki görünüm nedeniyle gerçek olarak kabul edilir. Hukuki sonuçları ne olacak ise onları kendiliğinden doğurur. Dolayısıyla olayımızda muhatap, hamilin oluşan zararından değil bilakis senet bedelinin tamamından sanki kendi gerçek imzasıymış gibi muhatap olarak sorumlu tutulacaktır.
Bu sorunların çözümü için öncelikle güven sorumluluğu ve hukuki görünüm sorumluluğu ele alınacak daha sonra da kambiyo senetlerine ilişkin özel hususlar belirtilecektir. Aslında dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı, çelişkili davranış yasağı, bilgi vermeden doğan sorumluluk, kambiyo senetlerinde defiler gibi birçok konuya temas etmemiz gerekmektedir. Ancak bu çalışmanın kapsamını ve sınırlarını aşacağından dolayı sayılan hukuki kurumları güven sorumluluğu ilkesi ile hukuki görünüm ilkesi altında kısaca değerlendirmeye çalışacağız. Bu açıklamalar ışığı altında karar daha ayrıntılı olarak incelenerek belirtmiş olduğumuz sorunlar çözülmeye çalışılacaktır.
C. AÇIKLAMALAR
I. GÜVEN SORUMLULUĞU
1. Genel Bilgi
Haksız fiil sorumluluğunun, özellikle dar anlamda malvarlığı zararlarının tazmini açısından bir eksiklik taşıması ve genel olarak da sorumluluğun sonuçları bakımından zarar görenin menfaatine olmaması, doktrini, sözleşme ve haksız fiil sorumluluğu şeklindeki geleneksel ikili ayrımı genişleterek bu iki sorumluluk kaynağının arasında yer alan bir üçüncü sorumluluk kaynağı geliştirmeye yöneltmiştir[19]. Canaris[20] tarafından geliştirilmiş ve sistematize edilmiş olan güven sorumluluğu, ne Türk – İsviçre Borçlar Kanunlarında, ne de Alman Medeni Kanununda açıkça düzenlenmemiştir[21]. Ancak genel anlamda dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı, güven ilkesinin de dayandığı bir temeldir[22]. Bu anlamda bugün güvenin korunması ilkesi, dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağını[23] düzenleyen Türk-İsviçre Medeni Kanunları’nın 2. maddesinde, Alman Medeni Kanununun (BGB’nin) 157[24], 226[25] ve 242.[26] maddelerinde, Avusturya Medeni Kanununda sözleşmelerin yorumunda taraf iradelerine ve doğru işlem uygulamasına başvurulacağını belirten 1914. maddesinde çeşitli görünümlerde yer almaktadır[27].
Güven teorisi biri “hukuki işlemler” alanında, ikisi “sorumluluk” alanından üç koldan gelişmiştir[28]. Hukuki işlemler ile ilgili güven teorisi, hukuki işlemi oluşturan irade açıklamasının yapısını anlamaya yönelik iken, sorumluluk ile ilgili olan, güvenen şahsın tazminat haklarını meşrulaştırma ödevini yüklenmiştir[29].
Hukuk, hakkaniyeti gerçekleştirme işlevinde güven teorisi ile eskiye oranla “derinlik”, “etkililik”, “her olaya özgü adalet yaratmada başarı” kazanmıştır[30]. Güven teorisi ile “koruma yükümleri”, “temel edimsiz borç ilişkisi”, bu arada “culpa in contrahendo[31]”, hele “üçüncü kişiyi koruyucu sözleşme”[32], “eylemsel borç ilişkisi” arasında sadece basit teorik ilişki var olmakla kalmamış, güven teorisi bu kurumlar bakımından “kuvvet şurubu” ödevini görmüştür[33]. Sırtını güven teorisine dayayan bu yeni hukuk kurumları hem meşruiyetlerini güven teorisine onaylatarak güçlenmişler, hem de uygulandıkları olaylar bakımından rahatlık, hukuki derinlik ve koruyucu felsefi temel edinmişlerdir[34].
Güven “irade açıklamalarının yorumunda”, “işlem temasında” ve “sorumluluk” kaynağı olarak çeşitli şekillerde görünmektedir[35]. Güven teorisinin irade açıklamalarının yorumunda kullanılması biçimi güven teorisinin eski ve klasik bir biçimi olarak tarihi eskilere dayanmaktadır[36]. İşlem temasında güven ise, sözleşme kurmak için temas halinde bulunan kişiler arasında karşılıklı olarak birbirlerinin çıkarlarını koruma yükümü altına girmesidir[37]. Yani işlem teması sürdükçe taraflar, birbirlerine verdikleri, her türlü bilgide, tavsiyede, yorumlarda, itirazlarda, yönlendirmelerde, açıklamalarda, susma veya hareketsiz kalmalarında karşılıklı oluşan güveninin korunması gerekmektedir[38].
Güven teorisi gelişimini sürdürmüş ve bir hamle yaparak bir sorumluluk kaynağı olarak kendini göstermiştir. Yani haksız fiil ve sözleşme sorumluluğu yanında güven sorumluluğu bir üçüncü kategoriyi oluşturmuştur[39]. Bu anlamda güven sorumluluğu sözleşmelerin yorumunda kullanılan güven teorisinden artık ayrılmıştır. Her ne kadar kökleri dürüstlük ve bu anlamda MK.2 ye dayansa da artık taraf iradelerinin yorumunda kullanılan orta ve makul zekalı birinin anlayışını esas alan güven teorisi ile bir sorumluluk kaynağı olan güven sorumluluğu birbirlerinden farklıdır. Güven sorumluluğu artık uyandırılan ve hayal kırıklığına uğratılan güven nedeniyle oluşan sorumluluğu tarif etmek üzere anılmaya başlanmıştır. Sorumluluğun sebebi de, kurulması veya geçerliliği hiçbir şekilde önem taşımayan bir sözleşme değil, tarafların iradesinden bağımsız olarak doğan kendine özgü bir borç ilişkisidir[40].
2. Güven Sorumluluğunun Unsurları
Güven sorumluluğunun doğabilmesi için bu güvenin kör bir güven (blind) olmaması, savunulabilir objektif temellerinin (objektive Grundlage) olması gerekir[41]. Güven sorumluluğu nedeniyle bir hak talebinin doğabilmesi için öncelikle güven konusunun varlığı (Vertrauentatbestand) gerekir[42]. Güven sorumluluğunun dayanak noktası, zarar gören kişi üzerinde yaratılmış olan güvendir[43]. Bu güven konusunun varlığı, haksız fiil sorumluluğundaki hukuka aykırılık unsuruna karşılık gelmektedir[44].
Güven konusunun varlığının yanında güvenen kişiye ilişkin bazı unsurlarında bulunması gereklidir. Güvenen kişinin duyduğu güvenin korunmaya layık olması gerekir. Kolayca edinilen bir güven(leichtfertiges Vertrauen) korunmaya layık değildir(keinen Schutz verdient )[45]. Güvenen kişinin iyi niyetli olması gerekir(gutglaubig)[46]. Güven durumunun kişinin iç dünyasına ait bir mesele olması itibariyle bunun belirlenebilmesi oldukça güç bir durumdur. Bu nedenle güven, çoğu zaman herhangi bir güvensizliğin mevcut olmamasından başka bir şey değildir[47]. Güven, hukuk düzeni için, ancak tüm koşullar değerlendirildiğinde objektif olarak haklı görülebiliyorsa önem taşır[48]. Çok kolay bir biçimde gerçek durumu anlayabilecek ve bu nedenle duyduğu güven yersiz olan kişinin güveni korunmaz[49].
Güven sorumluluğunun oluşumu için bir diğer önemli hususta güven ile güvenenin tasarrufu arasında bir nedensellik bağının(Kausalzusammenhang) olması gerekir[50]. Yani zarar gören kişi gerçek durumu bilseydi yine de aynı şekilde hareket edecek ise güven sorumluluğu doğmaz, yok eğer zarar gören kişi gerçek durumu bilseydi de başka şekilde hareket edecek idiyse güven sorumluluğu doğar[51].
Öğrendiği güven konusuna (mesela bilgi açıklaması veya tavsiye) iyi niyetli güvenen kişi, bu güvene dayanarak bir tasarrufta bulunmadıkça bir zarar da oluşmayacağından güven sorumluluğu ortaya çıkmaz. Bu nedenle güvenen kişinin hukuki işlemler akışına(Verkehrsgeshaft) katılması gerekir.
Güven veren kişinin bu uyandırmış olduğu güven nedeniyle sorumlu tutulabilmesi gerekir. Bunun Almanca terimi Zurechenbarkeit yani isnat edilebilirliliktir. Bir diğer deyişle güven sorumluluğunun güven veren kişiye isnat edilebilmesi gerekir[52]. Sadece güven olgusu (Vertrauentatbestand) yeterli değildir. Canaris’e göre, isnat edilebilirlilik sorusunun yanıtını aramada, kusur ve tehlike prensiplerinden faydalanılabilir[53].
3. Güven Sorumluluğunun Hukuki Sonuçları
Canaris’e göre güven sorumluluğu hukuki sonuçları açısından, hukuki görünüşe güven ve fiili görünüşe güven olarak ikiye ayrılır[54]. Hukuki görünüşe güvende, güvenen kişi güvendiği duruma uygun hale getirilir. Buna pozitif güvenin korunması (pozitiver Vertrauensschhutz) denir[55]. Bu durumda güvenen taraf ifayı talep eder veya müsbet zararını talep eder[56]. Yetkisiz iken yetkili görünme, görünüşte şirket, görünüşte şirket ortaklığı, kıymetli evrakta görünüşte hak sahipliği buna örnek olarak gösterilebilir[57]. Canaris’e göre pozitif güvenin korunması(pozitiver Vertrauensschhutz), hukuki görünüm sorumluluğuna (Rechtsscheinhaftung) tekabül eder[58]. Hukuki görünüş, gerçekle görünüşün farklı olduğu durumlarda görünüşe itibar edilmesini ifade eder. Bunun sonucu ise hukuki görünüşe itibar ederek işlem yapan kimseler ifa menfaatini isteyebileceklerdir(Erfüllungsinteresse)[59].
Negatif güvenin korunması (negativer Vertrauensschhutz) ise fiili görünüşe güvendir[60]. Bu durumda güvenen kişi güvenmeseydi, uğramayacak olduğu zararlarının tazminin talep edebilir[61]. Burada güvenin boşa çıkması sebebiyle meydana gelen zararların tazmini söz konusudur[62].
Bize göre hukuki görünüm sorumluluğu güven sorumluluğundan ayrı ve bağımsız bir kavramdır. O nedenle şimdi hukuki görünüm sorumluluğunu inceleyip güven sorumluluğu ile hukuki görünüm sorumluluğu arasındaki farklara değinceğiz. İncelediğim olay bakımından bu son derece önemlidir. Bu şekilde muhatabın sorumluluğunun neye tekabül ettiğini dogmatik temelleri ile ortaya koyabileceğiz.
II. HUKUKİ GÖRÜNÜM SORUMLULUĞU
1. Genel Bilgi
Haklar kendilerini dış dünyaya etkileri ile belli ederler. Bu hak, yetki ve ilişkilerin açığa vurulmasını sağlayan çeşitli şekiller vardır. Bu ilişkilere yabancı olan 3. kişilerin bu hakların mevcut olduğuna dair oluşacak olan kanıları bu dışa vurulmuş olgulara bağlı olarak gerçekleşir[63]. Kural olarak bir hakkın doğumu ve hüküm ifade etmesi ve böylece hukuk güvenliğinin (Rechtssicherheit) sağlanabilmesi için anılan olguların hem şekli (biçimsel) yönden hem de öz (muhteva) yönünden bir arada bulunması gerekir[64]. Hukuk güvenliğinin sağlanabilmesi için arzu edilen ve olması gereken özün ve biçimin her zaman eksiksiz bir arada olması hususu, dışa yansıysan olgulara güvenerek işlem yapan 3. kişilerin haklarını zedeleyebilir ve bu durumda iş hayatının güvenliğini (Verkehrssicherheit) tehlikeye atabilir[65]. Çünkü iş hayatının güvenliği belirli bazı durumlarda olguların dış belirtisine itibar edilmesini gerektirir, aksi takdirde dış olgulara dayanılarak yapılan işlemlerin, söz konusu olguların gerçek hukuki durumu yansıtmadıkları ileri sürülerek hükümden düşürülmesine neden olur ki bu da iş hayatının güvenliğini geniş ölçüde bertaraf etmiş olur[66].
Ülgen hukuki görünüşü şu şekilde tanımlamıştır: “Hukuki görünüş, belirli bir olgunun dışa karşı vurduğu öyle bir görünüştür ki, bu gerçekte mevcut olmayan bir hukuki duruma işaret eder.[67]” Ülgen burada objektif bir tanım vermeye çalışmış ve hukuki görünüşün şartlarından sayılan yol açma ilkesi, iyiniyet ilkesi gibi olguları bunun dışında tutmaya özen göstermiştir.
2. Hukuki Görünüm Sorumluluğunun Şartları
Ülgen’e göre hukuki görünüşün uygulanabilmesi için ilk ve önemli şart hukuki görünümün hangi hallerde korunacağının kanun tarafından belirtilmesi gerekliliğidir. Yani hukuki görünüş konusunda ancak kanunun görünüşe hukuki sonuç bağladığı hallerde görünüşle gerçek birbirine uygunmuş gibi işlem görür, görünüşe itibar korunur[68]. Ülgen özellikle subjektif şartlardan kaçınmaya çalışmış mümkün olduğunca ilkeyi objektifleştirmeye çalışmıştır. Ancak yazar daha sonra hukuki görünüş olgusunu sadece kanunun buna cevaz verdiği hallerde uygulanacağının kabulünün iş hayatının gereksinimlerine tam cevap vermeyeceğini bu nedenle ilkenin menfaatler durumunun gerektirdiği ölçüde kıyas yolu ile başka hukuki işlemlere de uygulanabileceğini söylemiştir. Bu nedenle de genel olarak bazı esaslar koyma gayreti içine girmiş ve Canaris’in güven sorumluluğu ilkesinin uygulanabilme şartlarına benzer hususlar ortaya koymuştur. Bu hususlar hukuki görünüş olgusu(Vertrauenstatbestand), isnad problemi(Zurechenbarkeit), nedensellik (Kausalzusammenhang) ve iyiniyet (gutglaubig)[69].
Kanunun hukuki görünüş olgusu olarak tespit ettiği olgular çok çeşitlidir. Hukuki görünüşün temelini oluşturan olgu bir beyan, sicil kaydı, belirli bir hukuki durum ya da tipik bazı davranışlar vs. olabilmektedir[70]. Hukuki görünüş nedeniyle sorumluluğun doğabilmesi için hukuki görünümün ilgiliye isnad edilebilmesi yani yüklenilebilmesi gerekmektedir. Herhangi bir kimseye yüklenmesi mümkün olmayan hukuki görünüş olgularına itibarın korunması söz konusu olmaz[71]. Ancak sırf nedensellik(blosse Kausalitat) isnadı tek başına sağlamaya yetmez. Ayrı bir isnad prensibinin (ein besonderes Zerechnungsprinzip) bulunması gerekir[72]. Burada isnad prensibi olarak kusur, yol açma ve riziko prensiplerine başvurmak mümkündür[73]. Bunun yanında hukuki görünüşe güvenen kişi buna uygun olarak işlem yapması gerekir. Yani ilgilinin hareket tarzı üzerinde bu görünüm etkili olmalıdır. Ancak bu şekilde nedensellik bağı oluşabilecektir.
Hukuki görünüşten dolayı bir sorumluluğun doğabilmesi için son şart ise 3. kişinin iyi niyetli olması gerektiğidir. Ülgen iyi niyeti ikiye ayırmıştır. Ona göre kanunda yazılı hukuki görünüş halleri bakımında iyi niyet şartı aranmaz. Bu gibi hallerde kanun koyucu iş hayatının korunması amacıyla objektifleştirdiği hukuki görünüş olgusunun mevcudiyetini yeterli saymış, ayrıca bunun için bir takım iç unsurların mevcudiyetini aramamıştır[74]. Kanunda yazılı olmayan hukuki görünüş halleri bakımından ise menfaatler ihtilafının çözümlenmesinde iyi niyet şartına yer vermek makul görülebilir[75].
3. Hukuki Görünüş Sorumluluğunun Sonuçları
Hukuki görünüşün sorumluluğunun ilk ve en önemli sonucu görünüşün gerçeğe uygunmuşçasına muamele görmesidir[76]. Bir başka deyişle, hukuki görünüş korunduğu ölçüde, gerçek hukuki duruma uyan dış olgular gibi, gerçek hukuki duruma uymayan dış olgular da sanki bunlar da “gerçek” maddi olguların desteğine sahipmişçesine hukukça korunmaktadır[77].
Canaris hukuki görünüşün sonuçları bakımından Rechtsscheinhaftung deyimine yer vermektedir[78]. Canaris’e göre ilgili yaratmış olduğu hukuki görünüm nedeniyle bir yükümlülük altına girmekte bu nedenle ilgili kendisine müracaatı sağlayacak bir hakkın doğumuna yani bir hukuki sonucun doğumuna neden olmaktadır. Yani gerçekte olmayan bir talep sırf görünüşteki mevcudiyeti nedeniyle hukuk düzenince tanınmaktadır[79].
Hukuki görünüşe güvenerek işlem yapanlar her vakit ifa menfaatini(Erfüllungsinteresse) isteyebilirler. Çünkü görünüşle gerçeğin eş tutulması demek, ilgilinin, görünüşün gerçekliği halinde sahip olacağı hak ve borçları iktisap etmesi demektir[80]. Hukuki görünüş olgusuna bağlanan sonuçlar sürekli bir etki (Dauerwirkung) meydana getirirler. Yani hukuki görünüş olgusuna dayanılarak iktisap edilen hak ve borçlar sonradan hükümden düşürülemezler[81]. Ayrıca hukuki görünüş olgusuna bağlanan sonuçlar yansıma ile (Reflexwirkungen) meydana gelen sonuçlardır. Bunun anlamı, hukuki görünüş olgusunu temel alan işlemlerin geçerli sayılması Kanunun –belirli bazı hallerde- hukuki görünüşü korumuş olmasının bir sonucu olmasıdır. Hukuki görünüşe bağlanan sonuçlar Kanunun hukuki görünüşü koruyan hükümlerinin bir yansımasıdır. Bunun tabi sonucu olarak söz konusu olgular sanki gerçekmiş gibi(“als ob” Behandeln) işlem görmektedirler yoksa gerçeklik kazanmış sayılmamaktadırlar[82].
4. Güven sorumluluğu ile Hukuki Görünüş Sorumluluğu Arasındaki Farklar
Güven sorumluluğunu kapsamlı bir biçimde inceleyen Canaris eserinde güven sorumluluğunu özellikle iki ana başlık altında incelemiştir. İlk önce hukuki görünümden doğan sorumluluğu Rechtsscheinhaftung başlığı altında incelemiş daha sonra ise güven sorumluluğunu Vertrauenshaftung başlığı altında ele almıştır. Ona göre güven sorumluluğu hukuki sonuçları açısından hukuki görünüm sorumluluğu ve güven sorumluluğu olarak ikiye ayrılır. Canaris hukuki görünüm sorumluluğunu “positivem Vertrauensschutz” olarak nitelemektedir. Yani güvenin pozitif bir biçimde korunmasını ifade eder yoksa hukuki görünüm sorumluluğu ayrı bir ilke değil bilakis güven sorumluluğunun farklı bir görünümüdür. Burada hukuki görünüşe güvende, güvenen kişi güvendiği duruma uygun hale getirilir[83]. Bu durumda belirttiğimiz gibi bir ifa talebi (ifa menfaati, Erfüllungsinteresse) söz konusudur. Negatif güvenin korunması (negativem Vertrauensschutz) diye nitelendirdiği güvenin korunmasında ise bir ifa talebi değil bir tazminat talebinin söz konusu olduğu durum mevcuttur. Negatif güvenin korunmasında güvenen kişi güvenmeseydi uğramayacak olduğu zararların tazminini talep etmektedir[84].
Ülgen ise Canaris’ten farklı olarak ifa menfaatinin güven sorumluluğu ilkesi içinde açıklanmayacağını, hukuki görünüşün tıpkı güvenin veya iyi niyetin korunması gibi (veya onların yanında) genel ve temel bir ilke olduğu görüşündedir[85]. Ülgen’e göre hukuki bir sonucun meydana gelmesi için gereken olguların sadece biçimsel olarak değil muhteva ve öz olarak da geçerli bir biçimde mevcudiyeti gerekir. Normal olan sadece gerçek olana itibar edilmesidir. Eğer hukuki görünüşe itibar ediliyor ise kanun bunu böyle öngördüğü için yani kanun hukuki görünüşe bir sonuç bağladığı için hukuki görünüşe itibar ediliyor demektir[86]. Kanunun bu şekilde hukuki görünüşe itibarı korumasının sebepleri ise adalet, yerindelik, iş hayatının korunması gibi çeşitli istekler olabilir[87]. Ancak Ülgen hukuki görünüş sorumluluğunun temellerini kanuna dayandırarak tamamen objektif bir biçimde temellendirme yapmaya çalışsa da daha sonra kanunda düzenlenmemiş hallerde de hukuki görünüş ilkesine kıyasen başvurulabileceğini belirtmiş ve buna ilişkin bazı ilkeler de koymaya çalışmıştır[88].
Bize göre de güven sorumluluğu ile hukuki görünüş sorumluluğu ilkelerinin ayrı olarak değerlendirmesi gerekir. Gerçekten güven sorumluluğunun temelinde “güvenen kişi güvenmeseydi nasıl hareket ederdi” cümlesi ve bunun sonucu olarak da tazminat sorumluluğu yatmaktadır, oysa hukuki görünüm sorumluluğun da çoğu kez kanun koyucu çeşitli saiklerle hukuki görünüşe güven durumlarını bizzat kendisi belirtmiştir.
Hukuki görünüm ile güvenin sorumluluğunun sonuçları bakımından farkını en iyi bir menkul malın iyi niyetli kazanımların da kendini gösterir[89]. Bir menkul malı emin sıfatıyla zilyetten alan kişi o malın maliki olur. Çünkü o mala zilyet olanın o malın maliki olduğu yolundaki görünüme güvenmiştir ve güveni korunacaktır. Ayrıca hukuki görünümün korunmasının en önemli amacı olan işlem güvenliğinin korunması ihtiyacı da bunu gerektirir. Böylece bir hukuki görünüme güvenerek işlem yapan kişinin güveni hukuki görünüm ilkesi gereğince korunarak güvenen kişi o hakkı kazanır yani malın maliki olur[90]. Ancak çalınmış bir menkul malı alan kişi o malın maliki olmaz. Çünkü burada hukuk politikası mülkiyetin korunmasını işlem güvenliğine tercih etmiştir. İşte hukuki görünümün korunması ile güvenin korunması arasında ki fark burada kendini göstermektedir. Çalınmış bir malı alan kişi hukuki görünüm nedeniyle o malın maliki olamasa da o mal için ödediği bedel ile gerekli ve faydalı masrafları talep edebilme hakkına güvenin korunması ilkesine göre sahiptir. Çünkü burada edinen kişinin güvenin korunması icap eder ki bu da en azından zararın tazminidir[91].
Sonuç olarak güvenin korunması ilkesi daha çok subjektif bir olgudur. Yani karşı tarafın borçlarını ifa ederken veya bilgi verirken dürüstlük kuralına aykırı davranmayacağına duyulan itimattır. Güven sorumluluğunun hukuki sonucu ise tazminat sorumluluğunu doğurmasıdır. Hukuki görünüm sorumluluğu ise daha çok objektif bir kavram olup kanun koyucunun belirttiği hallerde söz konusudur. Hukuki sonucu ise ifa menfaatinin sağlanmasıdır.
III. KAMBİYO HUKUKUNA İLİŞKİN SORUMLULUK
Bilindiği gibi poliçelerde havalenin üçlü bir yapısı mevcuttur[92]. Keşideci poliçe bedelinin lehdara ödenmesi için muhataba nitelikli bir ödeme talimatı (qualifizierte Zahlungsanweisung) verir[93]. Muhatabın poliçeyi vadesi geldiğinde asıl borçlu olarak(Hauptschuldner) oluşan bağımsız ödeme yükümlülüğü (selbstandige Verpflichtung) iki şeyi gerektirir: Geçerli(gültige) ve isnat edilebilir(zurechenbare) bir kabul açıklaması (Annahmeeklarung)[94], ve kabul edilen senedin geçerli bir verme sözleşmesine (Begebungsvertrag)[95] dayanması[96]. Kabul açıklaması muhatabın senet üzerinde imzası yoluyla olmalıdır[97]. Muhatabın kabul etmesiyle birlikte keşidecinin çıplak garanti yükümlülüğü(blosse Garantieverpflichtung) arka plana(Hintergrund) düşer[98].
Olayımızda sorun sahte imzalı senette adı geçenin sorumlu olup olamayacağı meselesi değildir. Tüm öğretinin ve yargı kararlarının da ittifakla kabul ettiği üzere, senet üzerinde sahte bir imza[99] var ise senette adı geçen(Namenstrager) kişi senetten sorumlu değildir. Çünkü geçerli bir senet görünümünü yaratan o değil, sahte imza atandır, bu nedenle senet yükümlülüğünden de sahte imzayı atan sorumludur[100]. Hukuki görünüşe itimat prensibi gereğince borçlu, imza sahtekârlığını “senetteki beyanın hükümsüzlüğüne ilişkin” defi olarak herkese karşı dermeyan edebilir[101]. Sahte imzalı senet temel olarak isnat edilebilir değildir. Senette adı geçen kişi böyle bir görünüm yaratmamıştır. Adı geçenin sahte imza nedeniyle taşıdığı risk senet hamilinden daha az değildir. Bu yüzden adı geçeni sorumlu tutmak için ne bir sebep ne de bir neden vardır. Kıymetli evrak senede bağlanan bir hakkı hukuki işlem temelinden ayrı olarak korur[102]. Bu nedenle senette adı geçenlerin senetten doğan sorumluluğu üstlenme iradeleri tespit edilebilmelidir[103]. Asıl sorun sahte imzalı senede adı geçen tarafından onay verilmesinin durumu nasıl etkilediğidir. Adı geçenin onayının kambiyo senedine ilişkin bir sorumluluk (wechselrechtliche Haftung) doğurup doğuramayacağı meselenin özünü oluşturmaktadır. Tüm bu açıklamalarımızdan sonra olayın değerlendirmesine belirttiğimiz çerçevede geçebiliriz.
D. DEĞERLENDİRME
I. GÖRÜŞLERİN ANALİZİ
Belirttiğimiz gibi sorun sahte imzalı bir senede sonradan onay verilip verilemeyeceği ve eğer verilemeyecekse muhatabın neye göre sorumlu tutulabileceği noktasında toplanmaktadır. Federal mahkemenin de kararını değerlendirirken özellikle sahte imzalı senede sonradan onay verilip verilemeyeceğini biraz daha ağırlık vermesi gerekirdi. Çünkü sahte imzalı senede sonradan onay verilmesi geçerlidir ve senet hukukuna ilişkin bir sorumluluk doğurur dersek olayımızdaki sorumluluk hukuki görünüm sorumluluğu olacak sonucu da ifa menfaati olarak senet bedelinin tamamı olması gerekecektir. Eğer sahte imzalı senede sonradan onay verilmesi senet hukukuna ilişkin bir sorumluluk doğurmaz dersek olayımızda ki sorumluluk yanlış bilgi vermeden dolayı oluşan güven sorumluluğu olacak ve sonucu da tazminat sorumluluğu olması gerecektir. Şimdi bu sonuç doğrultusunda sahte imzalı senede onay verilip verilemeyeceğini değerlendirerek görüşümüzü de buna göre açıklamaya çalışalım.
Öğretinin bir kısmı adı geçenin talep üzerine imzanın sahte olmasına rağmen “gerçek” onayı vermesi ile verme sözleşmesinin oluştuğunu söylemektedir[104]. Hatta talep üzerine susmada da böyle bir onay oluşmaktadır[105]. Bu onay etkisi özellikle yetkisiz temsilcinin yaptığı işlemlerin onaylanması ile geçerli hale geleceği kuralı ile kıyaslanarak desteklenmektedir[106]. Türk hukukunda bu konu fazla irdelenmemiştir. Sadece kambiyo senetlerinde defiler tezinde Yılmaz, sahte senette imzası bulunan kimsenin icazeti ile senetten sorumlu olacağını belirtmiş ancak doğacak sorumluluğunu niteliğinin ne olacağını belirtmemiştir[107].
Federal Mahkeme ise Canarise de atıfla adı geçenin teyidi ile başlangıçta sahtelik nedeniyle geçersiz olan kambiyo hukuku açıklamasının sonradan sınırsız şekilde hukuki bağlayıcı bir hale gelmeyeceğini söylemiştir[108]. Federal Mahkeme sorumluluğun temelini güvenin korunmasına dayandırmıştır. Adı geçeni bilgi yoluyla uyandırmış olduğu güvenin korunması ilkelerine göre yani imzanın gerçekliği hususunda hayal kırıklılığına uğrattığı güven nedeniyle sorumlu tutmuştur. Federal Mahkemeye göre güven sorumluluğunun temeli güvenin karşılıklı olarak sağlanması ve talep edilebilmesi arasındaki özel bağdır. Olayımız da imzanın gerçekliği hakkındaki bilgi verme işlemi bu özel bağın temelini oluşturmaktadır. Eğer bilgi veren kişi bu özel bağ içerisinde bilginin doğruluğu konusunda uyandırmış olduğu güveni hayal kırıklığına uğratırsa, bilgi isteyenin bu isabetsiz bilgiye güvenerek oluşan zararlarından bilgi veren sorumlu tutulmalıdır. Federal mahkemeye ayrıca güvenin korunması ile hukuki görünüm sorumluluğunun temelinin dürüstlük kuralına dayandığı gerekçesiyle eş seviyede muamele etmiştir.
Bu karar hakkındaki makalesinde Caspar/Roth Federal Mahkemenin kararını şu yönlerden eleştiriye tabi tutmuştur[109]: Öncelikle Caspar/Roth da sahte imzalı senede onay verilmesi ile geçerli bir senet haline dönüşemeyeceği düşüncesindedir. Bu anlamda Federal mahkeme ile aynı düşüncededir. Ona göre de sahte imza nedeniyle geçersiz olan bir kambiyo hukuku açıklaması onay ile geçerli hale gelmez. Her kim imzanın gerçekliğini açıkça veya mantıki davranışlar yolu ile zımni olarak onaylar ise bu sadece gerçeği bildirmektir yoksa bu çıplak bilgide senet anlamında yükümlü olmaya ilişkin bir irade açıklaması yoktur[110]. Ayrıca sahte imzalı bir senede sonradan onay verilmesi durumu ile yetkisiz temsilcinin yapmış olduğu işleme icazet verilmesi arasında bir benzetme yapmak da doğru değildir. Yetkisiz temsilci ne kendi kimliği hakkında ne de yabancı şirket adına işlem yaptığı durumu hakkında yanıltmaz. Sadece davranışlarının yetki çerçevesinde olup olmadığına bakılır. Yetkisiz temsilci gerçi bununla askıda geçersiz bir durum yaratır ama potansiyel olarak bütün alanlarda itirazsız şekilde oluşabilecek hukuki işlem yaratabilir. Sahte imza atan ise ne kendi ne bir başkası adına işlem yapmaktadır; daha çok sahte isim yoluyla senet hukukuna ilişkin bir yükümlülük kurulduğu izlenimini yaratır. Adı geçenin imzası bir askıda geçersizlik değil bilakis adı geçen açısından yok hükmündedir, bu nedenle onay ile geçerli hale gelmez.
Ancak Caspar/Roth’a göre kararın gerekçesi tatmin edici değildir. Gerekçe özellikle kambiyo hukuku açıklamaları bakımından aydınlatıcı olmalıdır. Caspar/Roth’a göre imzanın gerçek olduğunun teyidi kusurun kesin olarak kaldırılması sonucunu doğurmaz. Böylece hukuken geçerli bir kambiyo hukuku açıklaması meydana gelmez. Bu nedenle adı geçen kişi başından itibaren geçerli bir biçimde imzalanmış bir senet gibi sorumlu olmaz. Olayda sadece bir defaya özgü bilgi verme temeline dayalı bir isnat edilebilirliliğe dayanılıyor ise, adı geçen kişinin senedi daha sonraki hamillerine karşı defi hakkı saklı kalır. Mahkeme bu görüşten yola çıkarak, senet hukukuna ilişkin işlem güvenliği temellerine göre ve imzanın gerçek olduğunu kabul eden adı geçenin, hamilin hak talebine karşı eksik keşide ve eksik verme sözleşmesi define dayanıp dayanamayacağına göre karar vermesi gerekirdi. Güvenin korunması düşüncesine gitmesi gereksizdir. Çünkü sözleşme veya kıymetli evrak hukukundan doğan taleplere karşı güvenin korunması geri çekilmelidir[111]. Caspar/Roth’a göre olayda güven sorumluluğuna gidildiği takdirde hamil güven sorumluluğundaki nedensellik bağının oluşmaması nedeniyle hiçbir şey alamaması gerekir[112]. Çünkü bilgi alanın davranışları, bilgi verenin yaratmış olduğu güven nedeniyle etkilenmeli ve zararda hayal kırıklığına uğratılan güven nedeniyle oluşmuş olmalıdır. Olayımızda adı geçen muhataba senedin ele geçmesinden sonra bilgi sorulmaktadır. Yani hamilin senede hamil olmasından bilgi veren sorumlu değildir[113]. Caspar/Roth’un bu fikirlerinden anlaşılan adı geçen imzayı reddetseydi zaten hamil muhataba gidemeyecekti. Hamil senede hamil olduktan sonra bilgi sormaktadır bu nedenle nedensellik bağı güven sorumluluğu bakımından oluşmamıştır.
Aynı karar hakkında makale yazan Berger ise durumu daha çok hukuki görünüm sorumluluğu ve güven sorumluluğu noktasından incelemiş ancak kambiyo hukukuna ilişkin yeterli açıklamalar yapmamıştır[114]. Ona göre Federal Mahkeme hukuki görünüm sorumluluğu ve güven sorumluluğu arasındaki sınırı belirleyen kıstasları dikkate almamıştır. Berger davalı muhatabın kendi aktif davranışları yolu ile güven durumunu yarattığını ve böylece davacının yanılmasına sebep olduğunu bu nedenle sorumluluğun doğduğu yolunda bir şüphe olmadığını söylemektedir[115]. Ancak Federal Mahkemenin davalıyı menfi zarardan sorumlu tuttuğunu oysa davacıyı kambiyo hukukuna ilişkin bir sorumluluk doğduğu gerekçesiyle senet bedelinden sorumlu tutması gerektiği düşüncesindedir[116]. Daha sonra Berger özellikle güven sorumluluğundan doğan menfi zarar ile hukuki görünüm sorumluluğundan doğan müspet zararın bazen denk düşebileceğini ancak bunun negatif güvenin korunması ile pozitif güvenin korunması arasındaki sınırın yok olduğu anlamına gelmemesi gerektiğini de vurgulamak istemiştir[117].
II. GÖRÜŞÜMÜZ
Bize göre olayın çözümü sahte imzanın adı geçen tarafından sonradan onay verilmesi ile geçerli hale gelip gelemeyeceği noktasında toplanmaktadır. Bu soruya verilecek cevaba göre değerlendirmenin yapılması gerekir.
Bize göre sahte imzalı bir senede adı geçen tarafından onay verilmesi durumunda adı geçen bu senetten sorumlu olur (kann eine gefaellschte Erklaerung durch Genehmigung des Namenstraegers gültig werden)[118]. Yani adı geçen tarafından verilen onay ile kambiyo sözleşmesi kurulmuş ve muhatap poliçe ilişkisine girmiştir. Böylece kambiyo senedine ilişkin bir hukuki sorumluluk doğmuştur[119]. Daha önce hukuki görünüşe itimat prensibi gereğince sorumlu olmayan muhatap bu şekilde vermiş olduğu onay ile artık senet üzerinde yaratılan hukuki görünümü kendi üzerine almıştır. Bunun anlamı ise artık muhatap sahte senet mutlak defisini ileri süremeyecektir. Bu ileri sürememe hali sadece bilgi alışverişinin yapıldığı hamil ile muhatap arasında değil aynı zamanda eğer senet ciro edilmiş olsaydı bundan sonraki hamillere de yansıyacaktır. Bu tespitin doğal sonucu ise muhatap hukuki görünüm ilkesi nedeniyle senet bedelinden sorumlu tutulacaktır.
Bu anlamda Federal Mahkemenin görüşlerine katılamamaktayız. Güven sorumluluğunda muhatabın nedensellik bağının olmaması nedeniyle kurtulma şansı doğmaktadır[120]. Çünkü davacı senede hamil olduktan sonra muhataba bilgi sormaktadır. Yani davacının senede hamil olmasında muhatabın bir etkisi bulunmamaktadır. Muhatap imzayı kabul etmeyip reddetseydi davacı zaten sahte imza riskini taşımak zorunda kalacaktı. Davacının en fazla kambiyo hukukundan doğan belirli haklarını(kabul etmeme protestosu ile vadeden önce müracaat borçlularına başvurabilme olanağı) kullanmasını geciktirmesi nedeniyle oluşacak zarardan sorumlu tutulabilir. Bunun belirlenmesi için de hamilin önce müracaat borçlularına gitmesi ve muhatabın yaratmış olduğu güven nedeniyle vadeden önce müracaat borçlularına gitme olanağının engellenmesi nedeniyle oluşan zararının tespit edilebilmesi gerekir. Mesela muhatap o güveni yaratmasaydı hamil vadeden önce müracaat borçlularına gidebilecek ve o sırada müracaat borçlularının ödeme gücü olması sebebiyle senet bedelini ödeyebileceklerken, muhatabın davranışları nedeniyle gidememiş ve müracaat borçluları da kısmen veya tamamen acz içine düşmüş olabilirler. İşte bu durumda muhataba, oluşturduğu güven nedeniyle arada bulunan(zamanında kambiyo hukukuna ilişkin haklarını kullanmaması nedeniyle muhtemel uğrayacağı zarar) zararın (zarar bu senet bedeli de olabilir veya ondan daha az da olabilir) tazmini için başvurulabilecektir. Bize göre bu şekilde ancak güven sorumluluğunda bulunması gereken illiyet bağı sağlanmış olacaktır. Mahkeme kararında olduğu gibi güven sorumluluğunun kabulünde muhatap otomatik olarak senet bedelinin tamamından sorumlu tutulamaması gerekirdi. Bu anlamda da mahkeme kararı bize göre yanlıştır.
Caspar/Roth’un da görüşlerine katılmamaktayız. Her ne kadar Caspar/Roth Federal Mahkemenin kararını güven sorumluluğuna göre verdiğini, oysaki hukuki görünüm sorumluluğuna göre vermesi gerektiğini aksi halde yani güven sorumluluğuna gidildiğinde davacının nedensellik bağının oluşmaması nedeniyle güven sorumluluğu kuralları gereğince bir şey talep edemeyeceğini söylemekte ve biz de bu görüşe katılsak da özellikle kambiyo hukuku konusundaki görüşlerine ve gerekçesine katılmamaktayız. Çünkü Caspar/Roth da Federal Mahkeme gibi imzanın gerçek olduğunun teyidinin kusurun kesin olarak kaldırılması sonucunu doğurmayacağını, bu şekilde hukuken geçerli bir kambiyo hukuku açıklaması meydana gelmeyeceği görüşündedir[121]. Ancak buna rağmen hukuki görünüm sorumluluğu nedeniyle muhatabın sorumlu tutulması gerekir fikrendedir. Federal Mahkemeyi de kambiyo hukukunu ilişkin sahte imza definin herkese karşı mı yoksa sadece tek seferlik mi mevcut olup olmadığını açıklamadığı gerekçesiyle eleştirmiştir. Ancak bir kere muhatabın onayının kambiyo hukuku bakımından sonuç doğurmayacağı fikrine katılır iseniz bunun sonucunda zaten muhatapta sahte imza definin sonraki hamillere karşı saklı kaldığını kabul etmek zorunda kalırsınız. Bu anlamda Federal Mahkemenin ayrı bir açıklama yapmasına gerek yoktur. İşte bu noktada Caspar/Rothu eleştirmekteyiz. Hem sonradan verilen onayı kabul etmeyip hem hukuki görünüş sorumluluğunu kabul etmek çelişki oluşturmaktadır. Buradan çıkan sonuç şudur; hukuki görünüm sorumluluğunu muhatap ile hamil arasındaki bilgi alışverişine bağlamak ve bunun sadece o hamil açısından tek seferlik geçerli olduğunu söylemek demektir. Yani muhatapta hala sahte imza defi saklı kalmakta ancak bunu sadece bilgi alışverişinde bulunduğu hamile ileri sürememektedir denmek istenmektedir. Bize göre belirttiğimiz nedenlerle bu bir çelişkidir.
Belirtilmesi gereken bir diğer husus da muhatabın davranışlarının çelişkili davranışlar içermesidir. Çelişkili davranışları hukuk korumamalıdır ve nitekim de korumamaktadır. Roma hukukundan beri var olan Venire Contra Factum Proprium ilkesi ile bu düzenlenmektedir. Bu ilke ile kişilerin çelişkili davranışlar ile başkalarına zarar vermeleri engellenmek istenmiş, kişilerin haklı güvenleri korunmak istenmiştir. Bu kuralında temeli doğruluk ve güven kurallarıdır[122]. Çelişkili davranış yasağının sonucu çelişkili davrananın hakkını kaybetmesidir. Çelişkili davranışa maruz kalanın iyi niyetli olması durumunda “tazminat” veya “sebepsiz zenginleşmenin iadesi” ile yetinilmemeli, çelişkili davranan ifaya zorlanmalıdır[123]. Bu anlamda biz zaten sonradan verilen icazet ile sahte imzanın sorumluluk doğuracağını savunmaktayız ancak muhatabın sorumluluğunun çelişkili davranış yasağı ilkesine göre de desteklenmesinde de bir sakınca görmemekteyiz[124]. Çünkü özellikle muhatabın sahte imzaya sonradan vermiş olduğu onayı geçerli saymayan görüş bile en azından çelişkili davranış yasağı ile muhatabın sahte imza defi hakkını bertaraf edebilirler. Bu şekilde güven sorumluluğunun nedensellik bağı problemini aşmaları mümkün olabilir. Çünkü çelişkili davranış yasağının hukuki sonucu “hak düşümüne” neden olmasıdır[125]. Burada düşen hak ise muhatabın sahte imza defini ileri sürme hakkıdır.













Sonuç olarak tüm söylenenleri bir tablo ile şu şekilde açıklayabiliriz.

Federal Mahkemenin Görüşleri
Sahte senede verilen onay kambiyo hukukuna ilişkin bir sorumluluk doğurmaz.
Bunun neticesinde oluşan sorumluluk güven sorumluluğudur. Kaldı ki hukuki görünüm sorumluluğu ile güven sorumluluğu aynı şeylerdir.
Buna rağmen muhatap senet bedelinin tamamını ödemeye mahkum edilerek ifa sorumluluğuna hükmedilmiştir.
Caspar/Roth
Sahte senede verilen onay kambiyo hukukuna ilişkin bir sorumluluk doğurmaz.
Ancak buna rağmen hukuki görünüm sorumluluğunun varlığı kabul edilmiştir.
Muhatap senet bedelinden sorumlu tutulmalıdır. (ifa sorumluluğu)
Bizim de katıldığımız Berger’in görüşleri
Sahte senede verilen onay kambiyo hukukuna ilişkin bir sorumluluk doğurur.
Bu nedenle hukuki görünüm sorumluluğu vardır. Artık muhatap sahte imza defi hakkından sürekli olarak yoksundur.
Bunun doğal sonucu olarak muhatap kambiyo hukuku kurallarınca senet bedelinden sorumludur.
































SONUÇ
Burada İsviçre Federal Mahkemesinin hukuki görünüm sorumluluğu, güven sorumluluğu ve kambiyo hukukundan doğan sorumluluğun arasında çok ince bir çizgide yürüyen bir kararı incelemeye çalıştık. Karar netice olarak doğrudur. Yani muhatap senet bedelinden sorumlu tutulmuş ve çelişkili davranışları hukukça koruma kazanmamıştır. Ancak kararın hukuki temeli noktasından eleştirilmesi gerekmektedir.
Bize göre muhatap kambiyo hukuku kurallarına göre senet bedelinden sorumlu tutulmalıdır. Güven sorumluluğu kurallarına dayanarak dolambaçlı yollara sapmaya gerek yoktur. Bize göre sorunun temeli muhatabın vermiş olduğu icazetin nitelendirilmesinde hataya düşülmesidir. Çünkü muhatabın sahte imzalı senedi kabul etmesi ile birlikte kambiyo sorumluluğu doğmakta bunun sonucu olarak da muhatap senet bedelinden sorumlu tutulabilmektedir. Aksi takdirde yani güven sorumluluğu kuralları zorlandığında güven sorumluluğu ilkesinde bulunması gereken illiyet bağı muhatabı sorumluluktan kurtarabilecek sonuçlara bizi götürmekte veya en azından sorumluluğu müracaat borçlularının ödemesine göre değişiklik göstermek durumunda kalacaktır. Bu durum daha karmaşık problemleri beraberinde getirecektir.
Diğer sorun da Federal Mahkemenin güven sorumluluğu ile hukuki görünüm sorumluluğunu eş seviyede tutmasıdır. Ancak her ikisi de gerek şartları gerekse sonuçları bakımından birbirlerinden ayrılmaktadır. Belirttiğimiz gibi hukuki görünüm sorumluluğu daha çok kanun tarafından belirtilen hallerde gerçekleşmekte, işlem güvenliğini ön planda tutmaya yarayan bağımsız bir ilkedir. Hukuki sonucu ise ifa sorumluluğudur. Oysa güven sorumluluğu hukuki işlemlerde bulunmak için karşı karşıya gelen tarafların subjektif olarak birbirlerine duydukları haklı güvenlerinin korunmasını amaçlayan, düzeltici bir fonksiyona sahip ve çeşitli şartları olan bir ilkedir. Güven sorumluluğu bugün artık yeni bir tür sorumluluk kaynağı olarak karşımıza çıkmaktadır. Hukuki sonucu ise tazminat sorumluluğudur. Bu sayılan nedenlerle Federal Mahkemenin kararı bize göre sonucu bakımından doğru ancak gerekçesi bakımından yanlıştır.






















KAYNAKÇA

Akyol Şener: Dürüstlük Kuralı ve Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı, İstanbul 2006.
Akyol Şener: Medeni Hukukta Çelişki Yasağı, İstanbul 2007.
Atamer, Yeşim M., Üçüncü Kişinin Uğradığı Zararın Sözleşmesel Sorumluluk Kurallarına Göre Tazmini, YD., Yıl: 1996, Cilt: 22, Sayı: 1 – 2.
Baumbach, Adolf/ Hefermahl, Wolfgang: Wechselgesetz und Scheckgezetz, München 2000.
Berger Bernhard: Zur Unterscheidung zwischen Rechtsscheinhaftung und Vertrauenshaftung, (http://www.kellerhalshess.ch/uploads/bebe02_unterscheidung_zw_rechtsscheinhaftung_und_vertrauenshaftung.pdf ; s. 201- 220, 3.01.2008)
Brox, Hans: Handelsrecht und Wertpapierrecht, 15.Aufl., 2001.
Bülow, Peter: Kommentar zum Wechsel- und Scheckrecht sowie zu den Allgemeinen Geschaftsbedingungen im Zahlungsverkehr, 2. Aufl, 1995.
Canaris, Claus – Wilhelm, Ansprüche wegen “positiver Vertragsverletzung” und “Schutzwirkung für Dritte” bei nichtigen Verträgen, Zugleich ein Beitrag zur Vereinheitlichung der Regeln über die Schutzpflichtverletzungen, JZ, 1965
Canaris Claus Wilhelm: Das Verlöbnis als “gesetzliches Rechsverhaltnis”, AcP 165(1965).
Canaris Claus-Wilhelm: Vertrauenshaftung im deutschen Privatrecht, München 1971.
Edis Seyfullah: Doğruluk ve Güven Kurallarının Hukuki Niteliği, Prof. Dr. Mahmut Koloğlu’ya 70. Yaş Armağanı, Ankara 1975.
Grünninger, Marc/Hunziker, Bruno/Roth, Gerhard: Basler Kommentar zum Obligationenrecht II, 2. Aufl., 2002, vor Art. 990-1099 OR, Art 997 N 4.
Hochloch, Gerhard: “Vertrauenshaftung” – Beginn einer Konkretisierung?, NJW 1979.
Hueck, Alfred/Claus-Wilhem Canaris: Recht der Wertpapiere, 12.Afl., 1986.
Kaiser Urs: Die zivilrechtliche Haftung für Rat, Auskunft, Empfehlung und Gutachten, Diss., Bern 1987.
Kırca, Çiğdem: Bilgi Vermeden Dolayı Üçüncü Kişiye Karşı Sorumluluk, Ankara 2004. Gürpınar, Damla: Sözleşme Dışı Yanlış Tavsiyede Bulunma, Öğüt veya Bilgi Vermeden Doğan Hukuki Sorumluluk, İzmir 2006
Kocaman, Arif: Türk Borçlar Hukukunda Havale, Ankara 2001.
Kostkiewicz, Jolanta Kren, Vertrauenshaftung im schweizerischen IPR, ZBJV, 2001
Meier-Hoyoz, Arthur/ Caspar, Hans: Wertpapierrecht, Zürich 2000, 7 N 87 ff.
Öztan, Fırat: Kıymetli Evrak Hukuku, Ankara 2000, s. 74,
Philipowski, Rüdriger: Schweigen als Genehmigung, Der Betriebsberater 19 (1964)
Poroy, Reha/Tekinalp, Ünal: Kıymetli Evrak Hukuku Esasları, İstanbul 2001.
Rehfeldt, Bernard: Zur Haftung bei nachtraeglicher Erhöhung der Wechselsumme, JUS 1963
Reinicke, Dietrich: Zur Haftung aus gefaelschten Wechsel, DB 1963/II, s. 1243
Reinicke, Dietrich: Zur Haftung aus gefaelschten Wechsel, DB 1963/II.
Roth, Katja / Caspar, Hans : Zurechenbarkeit im Wertpapierrecht, SZW_74_2002_311, http://www.rwi.uzh.ch/lehreforschung/alphabetisch/vdc/cont/SZW_74_2002_311ff.pdf, 24.12.2007).
Sayhan, İsmet: Kambiyo Senetlerinde Mücerretlik İlkesi ve Bedel İlişkisi, Ankara 2006.
Serozan, Rona, “Culpa İn Contrahendo”, “Akdin Müsbet İhlali” ve “Üçüncü Kişiyi Koruyucu Etkili Sözleşme” Kurumlarının Ortak Temeli: Edim Yükümlerinden Bağımsız Borç İlişkisi, MHAD., Yıl: 1968, Sayı: 3
Schlechtriem, Peter: Zur Haftung bei Wechselfaelschungen, JZ 1967, s. 479;
Schumann, Hans: Die Falschung nach dem neuen Wechsel-und Scheckrecht, 1956.
Ülgen Hüseyin: Türk Ticaret Hukukunda Hukuki Görünüş Nazariyesi, İstanbul 2005.
Yalman Süleyman: Türk – İsviçre Hukukunda Sözleşme Görüşmelerinden Doğan Sorumluluk, Ankara 2006.
Yılmaz, Lerzan: Kambiyo Senetlerinde Defiler, İstanbul 2007.
Zach, Roger: Berner Kommentar VI/1/2/2, 1990.
Zeiss, Walter: Genehmigung gefaelschter Wechselunterschriften, JZ 1963.
Walter, Hans Peter, Die Vertrauenshaftung: Unkraut oder Blume im Garten des Rechts?, ZSR, 2001.










[1] “Hukuk adilin ve doğrunun sanatıdır”(Akyol Şener: Dürüstlük Kuralı ve Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı, İstanbul 2006, Önsözden).
[2] 4C.82/2002 21.07.2002 tarihli kararı=BGE 128 III 324.
[3]Roth, Katja / Caspar, Hans: Zurechenbarkeit im Wertpapierrecht, SZW_74_2002_311, http://www.rwi.uzh.ch/lehreforschung/alphabetisch/vdc/cont/SZW_74_2002_311ff.pdf, 24.12.2007).
[4] G. 1.1(Mahkeme kararı numaralandırılmış bir şekilde “Görüşler 1” (Erwagung 1) ve “Görüşler 2”( Erwagung 2) bölümlerinden oluşmaktadır. Mahkeme kararında belirtilmiş görüşleri, işaretlenmiş bu paragraf numaralarına atıfta bulunarak belirtmeye çalışacağız).
[5] G.1.2.
[6] G.2.1.
[7] Roth/Caspar; s. 312.
[8] Roth/Caspar; s. 312, G. 2.1 ve 2.2.
[9] Roth/Caspar; s. 312.
[10] G.2.2.
[11] G.2.2; BGE 124 III 297 sayılı karara atıfla.
[12] G.2.2; bu görüş için BGE 120 II 331 sayılı karara atıfta bulunulmuştur. Karar İsviçre Federal Mahkemesinin güven sorumluluğu ile ilgili vermiş olduğu meşhur bir karardır. “İsviçre Havayolları Anonim Şirketi Swissair, 1987 yılında IGR Holding AŞ’ini kurmuştur. IGR Holding, “ön kira ödemeleri” karşılığında kendisine ortak olan kişilere, 40 yıl boyunca her yıl bir süre konaklama imkanı sunmaktadır. Wibru Holding AŞ 1988 yılında IGR’nin ortağı olmuş ve ön ödeme olarak 90.000 Frank vermiştir. 1989 yılının başında IGR, ortaklarına Euroactividada AŞ’nin yavru şirketi olarak devam etme konusundaki kararını açıklamış ve yılın ortalarında da IGR’nin Euroactividada AŞ’ne satılması gerçekleşmiştir. Ancak beklenen talep gerçekleşmediğinden IGR Holdingin projesi başarısızlıkla sonuçlanmış ve IGR iflas etmek zorunda kalmıştır. Wibru Holding AŞ, Swissair AŞ’ne karşı IGR’nin iflas etmesi sonucu değersiz kalan ortaklık payları dolayısıyla 97.808 Franklık tazminat davası açmıştır. IGR’nin yapmış olduğu reklâmlarda, bu işletmelerin İsviçre Hava Yolları Konzerni’ne bağlı olduğu özellikle belirtilmiş, vurgulanmıştır. Davacı sözleşmenin kurulmasında IGR’nin sermaye zayıflığına değil, İsviçre Hava Yollarının kendisine ve finansman kuvvetine güvenerek sözleşme kurduğunu ve bu güven unsuruna dayanarak dava açtığını açıklamıştır. Davayı reddeden ilk derece mahkemesinin kararını bozan Federal Mahkeme ye göre Swissair’in bir garanti yükümlülüğü altına girdiği ya da haksız fiil nedeniyle sorumlu olduğu sonucu çıkartılamaz. Ancak ana şirketin uyandırdığı güven, sözleşme ve haksız fiil sorumluluğunun bulunmadığı durumlarda da bir sorumluluk sebebi olabilir. Konzern (sınai birlik)ilişkisinde, konzernin güvenilirliliği ve kredibilitesi hakkında uyandırılan güven, sözleşme görüşmelerinin taraflarının karşılıklı açıklamalarının doğruluğu, ciddiyeti ve eksiksizliği bakımından duydukları güven kadar korunmaya layıktır. Konzern ana şirketinin açıklamaları yavru şirketin iş yaptığı kişiler de bu şekilde güven yaratacak olursa, o zaman bu yüzden sözleşme sözleşme görüşmeleri ilişkisiyle karşılaştırılmaya elverişli bir hukuki özel bağlantı kurulur ve bu bağlantıdan dürüstlük kuralına dayanan koruma ve aydınlatma yükümlülükleri doğar. Bu yükümlülüklerin ihlali ise zararın tazmini taleplerinin doğumuna yol açar. Böylece Federal Mahkeme bu kararında konzerne güvenden duyulan sorumluluğu, hatalı öğüt ve bilgi vermeden doğan sorumlulukla ilişkilendirmiştir.” (bu karar hakkında yapılan ayrıntılı açıklama ve değerlendirmeler için bkz.; Kırca Çiğdem: Bilgi Vermeden Dolayı Üçüncü Kişiye Karşı Sorumluluk, Ankara 2004, s. 148-152; Gürpınar Damla: Sözleşme Dışı Yanlış Tavsiyede Bulunma, Öğüt veya Bilgi Vermeden Doğan Hukuki Sorumluluk, İzmir 2006, s. 211-214).
[13] G.2.2.
[14] G.2.3.
[15] G.2.2.
[16] G.2.4.
[17] G.2.5.
[18] G.2.5.
[19]Canaris, Claus – Wilhelm, Ansprüche wegen “positiver Vertragsverletzung” und “Schutzwirkung für Dritte” bei nichtigen Verträgen, Zugleich ein Beitrag zur Vereinheitlichung der Regeln über die Schutzpflichtverletzungen, JZ, 1965, s. 479; Kırca, s. 111, Gürpınar, s. 210.
[20] Canaris Claus-Wilhelm: Vertrauenshaftung im deutschen Privatrecht, München 1971.
[21] Walter, Hans Peter, Die Vertrauenshaftung: Unkraut oder Blume im Garten des Rechts?, ZSR, 2001, s. 83.
[22] Akyol, Dürüstlük, s. 6, Kırca, s. 114, Gürpınar, s. 214, Edis Seyfullah: Doğruluk ve Güven Kurallarının Hukuki Niteliği, Prof. Dr. Mahmut Koloğlu’ya 70. Yaş Armağanı, Ankara 1975, s. 447-460, s. 447.
[23] Edis, doğruluk ve güven kurallarını, “orta zekalı, normal, makul kimselerin toplum içerisinde karşılıklı güvene, ahlaka ve dürüstlüğe dayalı davranışları sonunda meydana gelmiş ve toplum ihtiyaçları ile iş hayatının gereklerine cevap veren –bu nedenle de herkesçe benimsenen kuralların bütünü” olarak tanımlamaktadır.(Edis, s. 459).
[24]BGB 157: “Sözleşmeler işlem hayatının dikkate alınmasıyla dürüstlük kuralının gerektirdiği gibi yorumlanırlar.”
[25]BGB 226: “ Bir hakkın sadece bir başkasına zarar verme amacı ile kullanılması yasaktır”
[26]BGB 242: “ Borçlu, edimini işlem hayatının dikkate alınmasıyla dürüstlük kuralının gerektirdiği gibi ifa etmelidir”
[27] Akyol, Dürüstlük, s. 3-5.
[28] Akyol Şener: Medeni Hukukta Çelişki Yasağı, İstanbul 2007, s. 25.
[29] Akyol, Çelişki, s. 26.
[30] Akyol, Çelişki, s. 26.
[31] Bu konuda geniş bilgi için bkz.; Yalman Süleyman: Türk – İsviçre Hukukunda Sözleşme Görüşmelerinden Doğan Sorumluluk, Ankara 2006; Serozan, Rona, “Culpa İn Contrahendo”, “Akdin Müsbet İhlali” ve “Üçüncü Kişiyi Koruyucu Etkili Sözleşme” Kurumlarının Ortak Temeli: Edim Yükümlerinden Bağımsız Borç İlişkisi, MHAD., Yıl: 1968, Sayı: 3, s. 109 vd.
[32] Atamer, Yeşim M., Üçüncü Kişinin Uğradığı Zararın Sözleşmesel Sorumluluk Kurallarına Göre Tazmini, YD., Yıl: 1996, Cilt: 22, Sayı: 1 – 2, s. 126.
[33] Akyol, Çelişki, s. 26.
[34] Akyol, Çelişki, s. 26, Gürpınar, s. 215.
[35] Akyol, Çelişki, s. 27.
[36] Akyol, Çelişki, s. 27.
[37] Gürpınar, s. 217.
[38] Akyol, Çelişki, s. 27; Yalman, s. 14.
[39] Kaiser Urs: Die zivilrechtliche Haftung für Rat, Auskunft, Empfehlung und Gutachten, Diss., Bern 1987, (Naklen, Gürpınar, s. 214).
[40] Canaris Claus Wilhelm: Das Verlöbnis als “gesetzliches Rechsverhaltnis”, AcP 165(1965), s. 11.
[41] Canaris, s. 491.
[42] Canaris, s. 491.
[43] Hochloch, Gerhard: “Vertrauenshaftung” – Beginn einer Konkretisierung?, NJW 1979, s.2374, Kaiser, s. 184, 187.(naklen Gürpınar, s. 220).
[44] Gürpınar, s. 220.
[45] Canaris, s. 491.
[46] Canaris, s. 491.
[47] Canaris, s. 503.
[48] Gürpınar, s. 224.
[49] Canaris, s. 504.
[50] Canaris, s. 514.
[51] Canaris, s. 515.
[52] Canaris, s. 419, 517.
[53] Canaris, s. 473, 526.
[54] Canaris, s. 5.
[55] Canaris, s. 5.
[56] Akyol, Çelişki, s. 31.
[57] Akyol, Çelişki, s. 30.
[58] Canaris, s. 9–262.
[59] Ülgen Hüseyin: Türk Ticaret Hukukunda Hukuki Görünüş Nazariyesi, İstanbul 2005, s. 21.
[60] Canaris, s. 266-526.
[61] Akyol, Çelişki, s. 32.
[62]Federal Mahkemenin, güven sorumluluğunu zararları tazmin edici(Schadenersatzanspruchs) bir biçimde kullanması belirtmiş olduğumuz Swissair kararında ilk kez gerçekleşmiştir(Walter, s. 83; Kostkiewicz, Jolanta Kren, Vertrauenshaftung im schweizerischen IPR, ZBJV, 2001, s. 162).
[63] Ülgen, s. 1.
[64] Ülgen, s. 1.
[65] Ülgen, s. 2.
[66] Ülgen, s. 2.
[67] Ülgen, s. 8.
[68] Ülgen, s. 70.
[69] Ülgen, s. 180.
[70] Ülgen, s. 181.
[71] Ülgen, s. 200.
[72] Canaris, s. 468.
[73] Canaris, s. 470.
[74] Ülgen, s. 231.
[75] Ülgen, s. 232.
[76] Ülgen, s. 18.
[77] Ülgen, s. 19.
[78] Canaris, s. 3.
[79] Canaris, s. 9.
[80] Ülgen, s. 21.
[81] Ülgen, s. 22.
[82] Ülgen, s. 23.
[83] Canaris, s. 5,526; Akyol, Dürüstlük, 54-55, Kırca, s. 135.
[84] Canaris, s. 5.
[85] Ülgen, s. 70.
[86] Ülgen, s. 70.
[87] Ülgen, s. 71.
[88] Ülgen, s. 71, 181-232.
[89]Berger Bernhard: Zur Unterscheidung zwischen Rechtsscheinhaftung und Vertrauenshaftung, s. 208(http://www.kellerhalshess.ch/uploads/bebe02_unterscheidung_zw_rechtsscheinhaftung_und_vertrauenshaftung.pdf ; s. 201- 220, 3.01.2008)
[90] Berger, s. 208.
[91] Berger, s. 208.
[92] Kocaman, Arif: Türk Borçlar Hukukunda Havale, Ankara 2001, s. 3.
[93]Öztan, Fırat: Kıymetli Evrak Hukuku, Ankara 2000, s. 74, Arthur Meier-Hoyoz/Hans Caspar: Wertpapierrecht, Zürich 2000, 7 N 87 ff.
[94] Kabul açıklaması senedin geçerliliği için zorunlu bir unsur değildir bu nedenle senedin geçerliliği üzerinde herhangi bir etkisi yoktur(Adolf Baumbach/Wolfgang Hefermahl: Wechselgesetz und Scheckgezetz, München 2000, WG N 25).
[95] Verme sözleşmesi(Begebungvertrag) konusunda ayrıntılı bilgi için bkz; Sayhan, İsmet: Kambiyo Senetlerinde Mücerretlik İlkesi ve Bedel İlişkisi, Ankara 2006, s. 82.
[96] Roth/Caspar; s. 313.
[97] Öztan, s. 94,
[98] Roth/Caspar; s. 313.
[99]Sahte imza, kambiyo senedi üzerindeki imzanın görünenden başkası tarafından atılmış olması demektir.(Baumbach/Hefermehl WG.Art.7, N.3, Zeiss, Walter: Genehmigung gefaelschter Wechselunterschriften, JZ 1963, s.742-749, s. 742; Yılmaz, Lerzan: Kambiyo Senetlerinde Defiler, İstanbul 2007, s. 203).
[100] Baumbach/Hefermehl WG.Art.7 N 2.
[101] Reinicke, Dietrich: Zur Haftung aus gefaelschten Wechsel, DB 1963/II, s. 1243; Lerzan, s. 204.
[102] Roth/Caspar, s. 314.
[103] Roth/Caspar, s. 314.
[104] Grünninger, Marc/Hunziker, Bruno/Roth, Gerhard: Basler Kommentar zum Obligationenrecht II, 2. Aufl., 2002, vor Art. 990-1099 OR, Art 997 N 4; Schumann, Hans: Die Falschung nach dem neuen Wechsel-und Scheckrecht, 1956, s.40ff.; Brox, Hans: Handelsrecht und Wertpapierrecht, 15.Aufl., 2001, N 514 ff.(naklen; Roth/Caspar; s. 313); Baumbach/Hefermahl, WG. Art. 7, N.5, 6; Zeiss, s. 742.
[105] Bülow, Peter: Kommentar zum Wechsel- und Scheckrecht sowie zu den Allgemeinen Geschaftsbedingungen im Zahlungsverkehr, 2. Aufl, 1995, WG Art 7 N 15; Philipowski, Rüdriger: Schweigen als Genehmigung, Der Betriebsberater 19 (1964), s.1071(naklen; Roth/Caspar; s. 313); Öztan ise sadece susma ile değil sözlü bir kabul beyanının dahi geçerli olamayacağı görüşündedir (Öztan, s. 94).
[106] Zach, Roger: Berner Kommentar VI/1/2/2, 1990, OR Art. 38 N 45ff.( naklen; Roth/Caspar; s. 313).
[107] L. Yılmaz, s. 205.
[108] G.1.1 ve 2.1.
[109] Roth/Caspar; s. 314.
[110]Hueck, Alfred/Claus-Wilhem Canaris: Recht der Wertpapiere, 12.Afl., 1986, s. 112 f.(naklen; Roth/Caspar; s. 314).
[111] Roth/Caspar; s. 315.
[112] Roth/Caspar; s. 316.
[113] Roth/Caspar; s. 316.
[114] Berger, s. 216.
[115] Berger, s. 217.
[116] Berger, s. 217.
[117] Berger, s. 217.
[118] Baumbach/Hefermehl, WG Art. 7, N.38; Rehfeldt, Bernard: Zur Haftung bei nachtraeglicher Erhöhung der Wechselsumme, JUS 1963, s.147; Schlechtriem, Peter: Zur Haftung bei Wechselfaelschungen, JZ 1967, s. 479; Zeiss, s. 742; Reinicke, Dietrich: Zur Haftung aus gefaelschten Wechsel, DB 1963/II, s. 1243; L.Yılmaz, s. 143, 205. Bu konuda Türk hukukunda gerek Öztan gerekse Poroy/Tekinlalp kesin bir görüş belirtmemiştir. Ancak kabul beyanın imza ile gerçekleştiğini imzanın şekil şartı olduğunu belirtmişlerdir.(Öztan, s. 94; Reha, Poroy/Tekinalp, Ünal: Kıymetli Evrak Hukuku Esasları, İstanbul 2001, s. 140).
[119] Berger, s. 217.
[120] Roth/Caspar; s. 316.
[121] Roth/Caspar; s. 315.
[122] Akyol, Çelişki, s. 22.
[123] Akyol, Çelişki, s. 68.
[124] Berger, s. 220.
[125] Akyol, Çelişki, s. 73.

Hiç yorum yok: